Bu soruya “evet” yanıtı vermek için zamanın henüz çok erken olduğunu biliyoruz. Suriye’de birbirini kesen, birbirini nötralize eden sayısız iradenin çarpıştığını, bu iradelerden hangisinin ya da hangilerinin üstün çıkacağını şimdiden kesin bir dille ifade etmek oldukça zor.
Tüm bunlara rağmen bu güne kadarki gelişmeler ve özellikle MSD’nin son Moskova ziyareti, bu ziyarette ortaya çıkan mutabakat bu konuda fikir yürütmemize olanak sağlıyor.
Sonda söylenmesi gerekeni en başta da söylemek mümkün: Suriye’de, başını Türkiye, ABD ve diğer emperyalistlerin çektiği karşı devrim-cephesi yenilmeye başlamıştır.
Elbette bu yeni bir durum değil. Suriye ordusunun, Rusya güçleriyle birlikte çeteleri Şam’ın kapılarından İdlib’e kadar süpürmeleri; İŞİD’in SDG karşısında kesin yenilgisi, Türkiye ve emperyalistler cephesi için sonun başlangıcına işaret ediyordu.
Yine de her şeye olup bitmiş gözüyle bakılamazdı. ABD emperyalizmi ve onunla birlikte “koalisyon güçleri” denen diğer emperyalist savaş güçleri, dar bir alana sıkışmış da olsalar, Suriye’de varlıklarını sürdürüyorlar. ABD, Türkiye ve onun beslediği dinci faşist çeteler üzerinden, Suriye ve Rojava halkları için ciddi bir tehdit unsuru olarak duruyor.
ABD’nin amaç ve hedefi, halen, Kürt halkına tuzak kurarak Türkiye’ye Tel Abyad ve Gri-Spi’yi işgal yolunu açan, şu sülük James Jaffrey’in sözleriyle söyleyecek olursak;
“Burası [Suriye] Afganistan veya Vietnam değil. Burası (ABD için) bir çıkmaz değil. Benim işim bu savaşı Ruslar için bir çıkmaz haline getirmektir.”
James Jaffrey’nin kişisel değil, kendisine verilen görev gereği “işi” budur. Bir kez daha görülüyor: Emperyalist bir devlet halkların özgürlüğü için değil, onları boyunduruk altına almak ve köleleştirmek için savaşır. Ama biz devam edelim.
Suriye Demokratik Meclisi’nin (MSD)’nin 31 Ağustos’ta, Rusya Dışişleri Bakanlığı’nın daveti üzerine Moskova’ya gerçekleştirdiği ziyaret ve bu ziyarette Suriye’li Halkın İradesi Partisi lideri Kadri Cemil’le imzaladıkları mutabakat, çizdiğimiz tabloda yeni bir dönüm noktası oluşturacak nitelikte bir adımdır.
Burada üzerinde durulması gereken “Mutabakat”ın içeriğinden çok, “Mutabakat”la, Rusya Dışişleri Bakanlığı’nın “Mutabakat”a onay vermesiyle, Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov'un SMD heyetini kabul etmesi ve onlarla birlikte resim çektirip resmin servis edilmesiyle Türkiye ve ABD’ye verilen mesajdır.
Bu mesajlarla, Rusya, “Kürt Sorunu”nun Rojava’da demokratik çözümünden yana kararlı bir tutum içinde olduğunu net bir şekilde ortaya koymuştur.
Türkiye’nin ziyareti öğrenir öğrenmez bir heyeti, olası bir “resmi kabul”u engellemek, bir anlaşmanın önüne geçmek için hemen Rusya’ya göndermesi; bu konuda tüm ağırlığını koyması; fakat tüm bunlara rağmen Rusya’nın kararlı duruşu bu ziyaretin en önemli sonuçlarından biridir.
Rusya’nın bu adımı Şam yönetimine danışarak, büyük ihtimalle rızasını da alarak attığını tahmin etmek zor değil. Çünkü Rusya, Şam Yönetimini Türkiye ve emperyalistlerin idam sehpasından almış bir güç de olsa, bugüne kadar Şam yönetiminin bilgisi dışında adımlar atma yoluna gitmemiştir. Bu, bizi ikinci bir sonuca götürüyor: Özel olarak Rojava, genel olarak Suriye sorunun demokratik çözümünün önündeki en büyük engellerden biri olan -Türkiye ve emperyalistleri bir an için hesaba katmaz isek- Şam’ın Arap şovenizmi kırılmaya başlanmıştır diyebiliriz.
“Mutabakat”ın bir tarafı olarak yer alan Kadri Cemil ve onun partisi Halkın İradesi Partisi işte tam bu noktada, Arap şovenizminin etkisinin kırılması noktasında önem kazanıyor. Baas Partisi’inde yer almış, Heseke Valiliği, Ticaret Bakanlığı ve Başbakan Yardımcılığı yapmış bir isim olan Kadri Cemil’in önemi Halkın İradesi Partisinin gücünden kaynaklanmıyor. Onun önemi, Rojava Özerk Yönetiminin çözüm süreçlerine katılmasını öteden beri savunan böyle bir figürün Arap şovenizminin etkisinin kırılmasında oynayacağı rolde saklı. Ayrıca, Kadri Cemil’in Rusya ile ilişkileri “mutabakat”ın Rusya’nın katkısı, bilgisi ve onayı dahilinde hazırlandığını düşünmemiz için yeterli bir nedendir.
Gerçekte, MSD ile varılan “mutabakat”ta Rojava devrimci güçleri için yeni bir şey yok. Rojava devrimci güçleri “mutabakat”ta yer alan maddelerin çoğunu ve en önemlilerini öteden beri savunuyor, kabul edilmeleri için Şam yönetimine ısrarla sunuyorlardı. Türkiye’nin Rojava işgalinin hemen sonrasında 1 Kasım 2019’da şu açıklamayı yapmışlardı:
“Şam hükümetiyle diyaloğa ilişkin tavrımız Suriye krizinin başından beri değişmemiştir. Eğer Şam’ın bize karşı tavrı olumlu olmuş ise bunu saygıyla karşılar, halkımızın direnişi için gereken bir adım ve Suriye topraklarının her bir karışının kurtarılması için bir hazırlık olarak değerlendiririz.
“Rusya’nın arabuluculuğunda, Demokratik Suriye Güçleri (QSD) ile Suriye rejimi arasında varılan askeri anlaşmayı aradaki güvenin bir nişanesi olarak görüyor; Efrîn’e kadar topraklarımızı Türk işgalciliğinden kurtarmanın bir gerekliliği olarak ele alıyoruz.
“Bu temelde Suriye’nin kuzeyini korumak için can veren ve kanı, QSD’nin Kürt, Arap, Çerkez, Ermeni ve Asuri şehitlerinin kanlarıyla karışmış Suriye ordusu askerlerini anıyoruz.
“Özerk Yönetim’in Suriye’nin parçalanmasını istediği yönündeki anlayışları boşa çıkarmayı, şehitlerimize bağlılığın bir gereği olarak görüyoruz.”
Ne var ki, tüm bu olumlu yaklaşımlara rağmen, bir yandan Şam yönetiminin şoven tutumunda ısrar ederek demokratik çözüme yanaşmaması, diğer yandan ABD emperyalizminin kimi Rojava’lı güçler üzerindeki etkisi nedeniyle demokratik çözüm yönündeki süreç ilerlemedi. ABD’nin amacını yukarda kendi sözleriyle aktarmıştık. ABD’nin “demokratik çözüm” diye bir sorunu yok; olamaz da. Çünkü, emperyalist bir devlet olarak, onun işi, görevi, özü, halkların özgürlüğünü sağlamak değil, kölelik ve boyunduruk altına alınmasını sağlamaktır. Bugün, Türkiye,G.Kürdistan yönetimi-Irak-ABD işbirliğinde G.Kürdistan ve Irak topraklarında Kürt halkına, UKH’ne karşı yürütülen saldırı dalgası fazla izaha gerek bırakmıyor.
“Mutabakat” yeni bir yol açmıştır. Bu yol, Suriye’nin demokratikleştirilmesi ve Rojava halklarının kendi iradelerine dayalı yönetimin inşa edilmesi yoludur. “Mutabakat”ın önemi burada yatıyor. Başta Kürt halkı olmak üzere, Rojava halklarının, iradelerini birleşik, demokratik bir Suriye’den yana koymaları, kendi tercihleridir; bu konuda başkalarının söz söyleme hakkı bulunmaz.
Suriye ve Rojava topraklarının Türkiye’nin işgali dahil, her türlü yabancı güçten arındırılması önemli bir sorun olarak ortada duruyor. Bu sorunun çözümü, Arap-Kürt ve diğer ulusal topluluk halklarının mücadele birliğini gerektiriyor. Yalnızca böyle bir mücadele birliği, işgalcileri Rojava ve Suriye topraklarından atabilir ve bu toprakları dinci faşist çetelerden temizleyebilir.
Suriye yönetiminin şoven ve anti-demokratik tutumu, “mutabakat”tan sonra, bu mücadele birliğinin; dolayısıyla işgalin bitirilmesinin, bu toprakların dinci faşist çetelerden temizlenmesinin önündeki en önemli engellerden biri olarak durmaktadır.