Türkiye ile Yunanistan arasında mehter marşı temposuyla, iki ileri bir geri devam eden gerilimde yeni sayfa daha açıldı.

Başka tarafları da var bu işin. Mısır, İsrail, Kıbrıs Cumhuriyeti, hatta Fransa, ABD ve İngiltere, Doğu Akdeniz’de, henüz yeryüzüne çıkarılmadığı halde, üzerinde fırtınalar koparılan kaynakların yağmalanması savaşının doğrudan ya da dolaylı tarafları durumunda.

Daha önce, biliniyor, Türkiye, Oruç Reis adlı “araştırma gemisi”ni Doğu Akdenize göndererek NAVTEX ilan etmişti. İkide bir ilan edilip geri çekilen Navtex, kısaca denizcilik uyarı ve haberleşme sistemidir. Denizlerde belli bir bölgede gemilere olası tehlike, güvenlik ve hava raporları konusunda yapılan uyarıdır

Önemi şurda: Navtex ilan eden ülke sözkonusu bölgenin gemiler için tehlikeli olduğunu dolayısıyla o bölgeye yaklaşmaları halinde tehlike içine girmiş olacaklarını bildirmiş olur. Türkiye, Navtex ilanıyla Doğu Akdenizde belli bir bölgede ve belli bir süre için “egemen” olduğunu göstermiş oluyor.

Birkaç hafta önce de aynı ilanı yapmıştı. Ancak Yunanistan savaş gemilerinin o bölgeye hareket etmeleri ve Merkel’in uyarısı üzerine “büyüklük bizde kalsın” havasıyla Türkiye Oruç Reis gemisini ve ona eşlik eden savaş gemilerini kendi limanlarına geri çekmişti.

Anlayacağınız, “var mı bana yan bakan” diye nara atan mahalle kabadayısı, “var” diye bir ses duyunca “iyi ki varsın” deyip tası tarağı toplayıp evine geri dönmüştü.

Şimdi dinci faşist iktidar mahallenin sokağına çıkıp aynı narayı bir daha atmaya başladı. Ancak bu sefer karşısında “Yunanistan’ın yanındayız” diyen AB’yi ve savaş uçaklarını Kıbrıs’a gönderen Fransa’yı; yani karşı mahallenin bir değil birden fazla kabadayısını buldu.

Sorunun mizah kaldırır tarafı yok gerçekte. Dün, bir ölçüde, Merkel’in koruyucu şemsiyesi sayesinde evine kazasız belasız dönen Türkiye, yarın aynı sonuçla karşılaşır mı belli olmaz. Ne de olsa “papaz her zaman pilav yemez”.

Doğu Akdeniz’de yeraltı kaynaklarının yağmalanması konusunda izlenen politikalar savaş bulutlarının ciddi biçimde toplaşmasına yol açıyor. ABD, Almanya ve NATO, kendi müttefikleri arasında çıkan bu “hırlaşma”nın, özellikle NATO’nun, ama onunla birlikte ABD’nin bölgedeki varlık ve gücünü ciddi biçimde zayıflatacak bir savaşa dönüşmesini önlemeye çalışıyorlar.

Fakat sayısız hesap, çıkar ve iradenin çarpıştığı bu alanda NATO ya da diğer iki emperyalist devletin gücünün her şeye yeteceğini düşünmek yanlıştır. Çıban iltihap topluyor ve hangi ufak dokunuşun iltihabın akmasına yol açacağını; iltihabın akmasını önleme çabasının başarılı olup olmayacağını önceden kestirmek her zaman mümkün olmayabiliyor.

Olası savaşın iki tarafının da yağmacı olduğu bu durumda her ülkenin proletaryası ve emekçi sınıfları nasıl bir politik hat izlemeli?

Öncelikle son derece net olan noktaların açığa çıkarılıp vurgulanması lazım. Bunlardan birincisi patlak verecek olası bir savaşın her ülkenin burjuvazisi tarafından yönetilen bir yağma savaşı olduğudur.

İkinci nokta, saydığımız ülkelerin hemen hepsinin, buna ABD dahil, ya bir iç savaş içinde, yani bir toplumsal devrimle karşı karşıya oldukları ya da bir toplumsal devrimin kıyısında gezindikleri gerçeğidir.

Dış savaşlar, burjuva sınıfların “içerde” izledikleri politikanın devamıdır ve iç savaştan kaçınmak isteyen burjuva sınıflar, çoğunlukla, dış savaşlara başvururlar. Özellikle Türkiye açısından durum tamamıyla budur.

Bu durumda, bütün ülkelerin enternasyonalist proletaryası, şu ya da bu ülkenin tarafını tutma, şu ya da bu ülkeye/ülkeler grubuna karşı çıkma politikası izleyemez. Her ülkenin proletaryası, enternasyonalist karakterine ve kendi sınıf çıkarlarına bağlı kalmak istiyorsa izleyeceği tek politika, savaşın ortaya çıkaracağı koşullardan kendi ülkesinin burjuva iktidarını bir toplumsal devrimle devirerek iktidarı ele geçirmek olmalıdır.

Burjuva egemenliklerin, iktidarların bir toplumsal devrimle yıkılmaları şimdi tarihte hiç olmadığı kadar mümkün hale gelmiştir. Türkiye’nin hali, üzerine söz söylenmeyi gerektirmeyecek kadar malum. Yunanistan daha bir kaç yıl önce iflasını ilan etmiş bir devletti. Hala ekonomik krizden kurtulmuş değil ve pandemi süreci Yunanistan burjuva egemenliğini derinden sarsıyor. Fransa, emperyalist gücüne rağmen sınıf savaşıyla sarsılıyor. “Sarı yelekliler”in ayaklanması bitmeden işçi sınıfının grev ve kitle gösterileriyle çalkalanıyor. Mısır, Hüsnü Mübarek’i deviren Şubat Devriminden bu yana ayaklanma ve isyanlarla sarsılıyor. Liste böyle uzayıp gider. Lübnan bu zincirin son halkasıdır.

“Ava giden avlanır” misali, kendi topraklarındaki iç savaşı kazanmak ve toplumsal devrim tehlikesini savuşturmak için dışarda yağma savaşına hazırlanan burjuva hükümetler, devrimin koşullarını kendi isteklerine karşın olgunlaştırıyorlar.

Doğu Akdeniz’de olası bir yağma savaşı böyle bir dış savaş olmanın tüm koşullarını taşıyor.