Türk lirasının yabancı paralar, yani döviz karşısındaki fiyat kaybı son günlerde büyük bir ivme kazandı. Burada yabancı paralar derken, Türkiye’nin ithalat ve ihracatı Amerikan doları cinsinden yapıldığı için, esas olarak bu para birimi öne çıkıyor.

Şüphesiz, Avrupalı emperyalistlerle yakın ekonomik, ticari ve turistik ilişkiler nedeniyle Euro fiyatındaki artış da önem kazanıyor. Türk lirasının bu paralar karşısındaki fiyatı, hadi buna değeri diyelim, hızla eriyor. Bu, resmen ifade edilmemiş bir devalüasyondur.

Şimdi herkes Türk lirasının değerindeki bu hızlı erimeyi konuşuyor ve kimileri bundan dinci faşist iktidarın yıkılışını görmeyi umuyor.

Öncelikle iki noktaya işaret etmek gerekiyor. Birincisi, Türk lirasının değerindeki bu hızlı düşüş ya da devalüasyon diyelim, ekonomik krizin bir nedeni değil, bir sonucu ve işaretidir.

Bir sonuçtur ama aynı zamanda tekelci kapitalist ekonomide krizi derinleştiren bir nedene, başka yıkıcı sonuçlara yol açan bir nedene hızla dönüşen bir sonuçtur. Liradaki değer kaybının yol açacağı sonuçlardan akla ilk gelmesi gereken şey emekçi sınıflardaki yoksulluğun, gelir/ücret kaybının aynı hızla gerçekleşmesidir.

Yaşamını ücretli ya da sabit gelirle sürdüren her emekçi bunu yaşamında hisseder. Basit hesapla, ücret bir ay önce yaklaşık 375 Amerikan doları iken, bugün 318 Amerikan doları civarındadır. Aradaki fark emekçinin cebinden buharlaşıp gitmiştir.

Bu, en basit ve ilk elden anlaşılabilecek hesaptır. Elbette bunun, yani emekçi sınıflardaki yoksullaşmanın sınıf savaşına dair sonuçları olacaktır. Son derece önemli olmakla birlikte konuyu belli bir çerçevede tutmak için şimdilik işin bu yanını bir kenara bırakalım.

İşaret edilmesi gereken ikinci önemli nokta şudur: Türk lirasındaki erimeyi salt dinci faşist iktidarın beceriksizliği ya da yeteneksizliği ile açıklamak son derece yanlış, kolaycı, sığ ve bilimsel olmayan; ama aynı zamanda kapitalist sömürü düzeninin yıkılış dinamiklerini gözlerden saklayan bir yaklaşım olur.

Ortalıkta dolaşan bu tür yaklaşım sahiplerinin bolluğundan geçilmiyor. Sorunun tekelci kapitalist üretim biçiminden kaynaklandığını ve bu yüzden çözümün bir toplumsal devrimi zorunlu kıldığını kabul etmek istemedikleri gibi bunu emekçi sınıflardan, ezilen, yoksul, işsiz kitlelerden saklayanların bakış açısı budur.

Türk lirasındaki erimeyi dinci faşist iktidara, yönetim beceriksizliğine bağlayan bu sığ bakış açısını çürütmek oldukça kolay.

Bu sığ, darkafalı bakış, örneğin RTE henüz Kasımpaşa’da top peşinde koştururken, 70’li yıllarda Türkiye’nin 70 cent’e muhtaç hale gelmiş olmasını açıklayamaz. Tansu Çiller döneminde 1994 Nisan’ında Türk lirasının bir gecede büyük değer kaybını vb vb açıklayamaz. Bir makale için biraz uzun da olsa, tipik olması nedeniyle HDP’nin açıklamasını aktarmak istiyoruz. İşte örneğimiz:

İktidarın ‘ekonomide işleri kontrol altına aldığını’ söylediği günün ertesinde, Amerikan Doları 7.30 TL’yi, Euro ise 8.60 TL’yi aştı. Bu çelişkiyi açıklamak üzere iktidarın yine ‘dış güçler operasyon yapıyor’ türünden bahanelere başvurup, topu taca atacağını tahmin etmek güç değil. Ama artık Türkiye halkları ekonomik krizin asıl nedeninin Tek Adam Rejimi ve bu rejimin ekonomik tercihleri olduğunu görüyor. (abç)

Kimsenin itiraz etme cesareti gösteremediği ‘Tek Adam’ların yönettiği ülkelerde, toplumsal huzurun ve refahın yaratılması hiçbir zaman mümkün olmamıştır. Nitekim bugün bizim de yaşadığımız sosyal ve ekonomik sorunların nedeni; Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, yani Tek Adam rejimidir. (abç). Otoriterlik ile neoliberal zihniyetin birleştiği bu baskıcı rejim; bir yandan çıkar ağlarıyla yandaş sermayeyi zenginleştirip halkı yoksullaştırmıştır, diğer yandan ekonomide de liyakati rafa kaldırıp akrabalık ilişkileriyle ülke ekonomisini beceriksiz bir damada teslim edebilmiştir.

“18 yıldır ekonomiyi üretim ekonomisine dönüştüremeyen bir siyasi kadronun, üstelik de koşulların aleyhimize döndüğü bir konjonktürde, bütün kararların ‘tek adam’ ve onun etrafındaki ‘çıkar odaklarının’ aldığı bir modelde ısrar etmesi, ülke ekonomisini hızla tüketmekte, vatandaşlarımızın işsizlik, yoksulluk, hayat pahalılığı içinde çok zor günler geçirmesine neden olmaktadır.”

Neresinden tutsan elinde kalacak bir bakış açısını yansıtan açıklama. Bırakalım “tek adam rejimi”ni, Türkiye, iki meclisli -yeni kuşaklar belki pek bilmezler ama Türkiye bir zamanlar Senato ve TBMM gibi iki meclise sahipti. Üstelik senato TBMM’nin üstünde bir kurumdu- bir yönetim biçimine sahip olduğu dönemlerde de krizlerden yakasını kurtaramamıştır. Süleyman Demirel’in “Türkiye 70 cente muhtaç” sözü her şeyi özetliyor.

Bu darkafalı, sığ bakış açısı, dinci faşist iktidarı ve en tepedeki ekibi sorumlu tutmak ve gözden düşürmek gibi “iyi niyet”le hareket ediyor olabilir ama “küçük” bir kusuru var: Onları gözden düşüreyim derken tekelci kapitalist sömürü düzenini, yani tüm kötülüklerin anasını, kaynağını aklıyor. “ekonomik krizin asıl nedeninin Tek Adam Rejimi ve bu rejimin ekonomik tercihleri” demek kapitalist üretim biçimi hakkında hiç bir şey bilmemek, kulaktan dolma bilgilerle politika yapmak demektir. Bu bakış açısı, bu düşünce yapısı ne şimdiki krizi ne de “tek adam rejimi”nin olmadığı dönemlerdeki krizleri açıklayabilir.