Ağustos ayının sonuna kadar Türkiye’ye seyahat uyarısı yapan Almanya, beklenmedik şekilde bu kararını değiştirerek Antalya, Aydın, İzmir ve Muğla illerine seyahat uyarısını kaldırdı.
Altı üstü bir seyahat uyarısının kaldırılması, ne var bunda denebilir. Normal zamanlardan geçiyor olsaydık ve başka gelişmeler olmasaydı biz de “ne var bunda” diyebilirdik. Ancak kazın ayağı hiç de göründüğü gibi değil.
Her şeyden önce, Türkiye’de Covid-19 pandemisi tekrar ve öncekinden çok daha şiddetli bir yükseliş çizgisi izliyor. Hasta sayısındaki olağanüstü artıştan dolayı bazı illerde hastanelerde yer kalmadığı, hastaların hastanelere kabul edilmediği bizzat yetkililer tarafından itiraf ediliyor.
Öyleyse ne oldu da Alman hükümeti, biz buna Merkel de diyebiliriz, vatandaşlarını tehlikeye atma pahasına, dört il için de olsa, seyahat uyarısını kaldırdı? Pandemi her tarafta yayılırken bu dört il özel bir koruma altında mı?
Şüphesiz değil.
İstanbul, Urfa, Konya vb vb ne kadar riskliyse bu dört il de o derece risklidir.
Alman hükümetinin bu kararının başka bir açıklaması olmalı. Bu kararın açıklaması, Almanya-Türkiye ilişkilerini gösteren resmin bütününde saklı.
Bu resimde ne görüyoruz? Örneğin, Rojava işgali nedeniyle Almanya’nın Türkiye’yi “çok sert biçimde eleştirdiği” söylenen zamanlarda Türkiye’ye silah satışına devam ettiğini görüyoruz.
Almanya İçişleri Bakanı Seehofer’in bizzat Alman istihbaratının tehlikeli gördüğü “Ülkücülerle” yani Türk faşistlerle çalışmak isteği beyanını görüyoruz.
Başka ne görüyoruz?
“Türkiye’ye silah satışını durdurduk” diye açıklama yaparken tam tersini yaptıklarını, silah satışının hız kesmeden devam ettiğini görüyoruz.
Alman Yeşiller Partisi, Merkel Hükümeti’ne soruyor: Türk SİHA’larında Alman teknolojisi kullanılıyor mu diye. Merkel’in Hükümeti yanıtlıyor:
“ 2010, 2011, 2012, 2018 yıllarında LRAT’nın harp başlığı için, 2013 ve 2018’de MRAT (Orta Menzilli Tanksavar Füze Sistemi)’nin harp başlığında kullanılmak üzere teknolojilerin Türkiye’ye satılmasına onay verildi.”
Merkel’in dinci faşist iktidara ve onun başına verdiği hayat öpücükleri bunlarla sınırlı değil. Dinci faşist iktidarın uluslararası tehlikeli sularda başı ne zaman sıkışsa imdadına Merkel yetişiyor. Libya savaşı ve Doğu Akdeniz’deki keşif-sondaj faaliyetleri nedeniyle Yunanistan’dan Fransa’ya kadar pek çok ülkenin diş bilediği Türkiye, Almanya’nın koruyucu şemsiyesi altında hareket ediyor.
AB, Fransa ve Yunanistan’ın tüm dayatmalarına rağmen, Almanya’nın bu koruyucu şemsiyesi nedeniyle dinci faşist iktidara karşı sert ve somut bir adım atamıyor. Örneğin, Doğu Akdeniz’deki faaliyetler nedeniyle Yunanistan donanması taarruz pozisyonuna girince araya Merkel giriyor, ortalığı yatıştırıyor ve Türk gemilerinin çoğunun geri çekilmesine olanak sağlıyor.
Bu tabloya Almanya’nın, dinci faşist örgütlenmenin kendi topraklarında yayılmasına göz yummaktan öte desteklemesini eklemeliyiz.
Almanya’nın, kendi vatandaşlarını tehlikeye atma pahasına, pandeminin yayılma hızının arttığı bir dönemde Türkiye’nin turistik bölgelerine seyahat uyarısını kaldırması işte bu tablonun bir parçasıdır.
Seyahat uyarısının kaldırılarak Alman turistlere Türkiye yolunun açılması, dinci faşist iktidara verilmiş bir hayat öpücüğü oldu.
Nedeni açık. İnşaat, sanayi ve tarım sektörlerinin battığı, dış ticaret dengesinin sürekli ve artan oranda açık verdiği, spekülatörlerin Türkiye dışına kaçtığı bir süreçte Türkiye’nin döviz kaynağı olarak geriye sadece turizm kalmıştı. Merkel ve hükümeti, bu yolu açarak dinci faşist iktidarı soluksuz kalmaktan kurtarmış oldu.
Maddi büyüklük olarak düşünüldüğünde bu adım, hiç kuşku yok, denizin ortasında saman çöpü kadar kurtarıcı etkiye sahip olabilir. Ama burada nicelik değil, nitelik ön plandadır. Burada önemli olan Alman hükümetinin dinci faşist iktidara destek sağlama, onu koruması altına alma çabasıdır.
Neden?
Çünkü, Almanya ve onunla birlikte İngiltere, Amerika gibi emperyalistler Ortadoğu’da Türkiye gibi bir karşı-devrim merkezini ayakta tutmak, onu toplumsal devrim karşısında tek başına yapayalnız bırakmak istemiyorlar.
Çünkü verili koşullarda, RTE ve onun iktidarı toplumsal devrim karşısında kıyıcılık, terör, gaddarlıkta sınır tanımayacaklarını yeterince kanıtlamış bulunuyorlar.
Ve bu yaşamsal nedenler, böyle bir “aşk” için fazlasıyla yeterli!