Dünyaya ve olaylara burjuvazinin gözlüğü ve burjuva kavramlarla yaklaşmaya alışkın olanlar, ABD hegemonyasının çöküşünü “çok kutuplu dünya”ya gidişin başlangıcı sayıyorlar. Hegemonya, devletlerin birbiri üzerinde siyasi, ekonomik, askeri ve daha pek çok alanda üstünlük kurması demektir. Böyle bir amaç, savaşla sonuçlanacak rekabet sadece emperyalist-kapitalist devletlere aittir; Sosyalist ülkelere değil.

Şimdi yeniden geçen yazımızda sorduğumuz soruya dönelim: ABD’nin hegemonyasını kim yıktı; onu liderlik tahtından kim indirdi ya da indiriyor?

Hemen söyleyelim: ABD’yi bu tahtından indiren herhangi bir emperyalist devlet değil. Geçmişte olduğu gibi, geriden gelip öne geçen ve dünyanın yeniden paylaşımını isteyen bir emperyalist devlet yok. Ne Fransa’nın, ne Almanya’nın ne de başka bir emperyalist devletin böyle bir girişimi, politikası ya da talebi var.

ABD’yi tahtından indiren temel neden kapitalist üretim biçiminin çöküş süreci içinde olmasıdır. Kapitalizm çöküyor.

Muazzam boyutlara ulaşmış sermaye birikimi ve sadece yirmialtı asalak insanın elinde merkezileşmiş muazzam miktardaki servet, bunun yarattığı pek çok sonuç kapitalist üretimi çöküşe götürüyor.

NATO, yirmi yıl önce, yüzyılımızın başında, 21. Yüzyılın “Ayaklanmalar Yüzyılı” olacağını tespit etmişti. Yanlış değildi ve o günden bu güne, dünya çapında iç savaş biçimine bürünen sınıf savaşı bu tespiti defalarca doğruladı. Son olarak ABD’de ortaya çıkan ve dünyayı sarsan ayaklanma, iç savaşın Amerika’ya yayıldığını gösterdi.

Amerika’da “dolar çok var” ama çok az insanın elinde. Sürü halinde banka ve bu bankalarda istiflenmiş dolar var ama bir işe yaramıyor. İşte bu yüzden, Marx’ın gösterdiği gibi;

Kapitalist üretim, sürekli olarak, kendi niteliğinden gelen bu engellerin üstesinden gelmeye çalışır, ama bunu ancak, bu engelleri tekrar kendi yoluna ve hem de daha heybetli ölçekte koyarak becerir. Kapitalist üretimin gerçek engeli sermeyenin kendisidir. İşte bu sermaye ve onun kendisini genişletmesidir ki, üretimin hem çıkış ve hem de sonuç noktası, hem itici gücü, hem amacı olarak görünür; üretim yalnız sermaye için üretimdir, ama bunun tersi doğru değildir; üretim araçları, sırf, üreticiler toplumunun yaşama sürecinde, devamlı bir gelişmenin araçları değillerdir.”

Kapitalizmin bunalımın temelinde yatan yasa: üretilen metaları tüketecek, değişen sermayeyi, değişmeyen sermayeyi ve artı-değer kitlesini içeren metayı, günlük dille söylersek, satın alacak ve böylece artı-değeri gerçekleştirecek olan toplumun tüketim gücünün bizzat kapitalist sömürü tarafından sınırlandırılmasıdır. Bir yandan sermayenin muazzam boyutlardaki birikimi ve çok az elde merkezileşmesi, diğer tarafta bu birikimin ve merkezileşmenin korkunç boyutlardaki sefalet birikimi, işte sorunun temeli budur.

Bir yandan emeğin toplumsal üretkenliğinde dev adımlarla gerçekleşen ilerleme, öbür yandan sömürünün gerçekleştirilmesinin koşulu olarak, çeşitli üretim kollarının aralarındaki orantılı bağıntı ve toplumun tüketim gücünü sınırlayan sefalet birikimi.

Sosyalist dünyada kutup filan olmaz. Çünkü hiç bir ülke diğerleri üzerinde egemenlik, baskı kurmak için, onları kendi boyunduruğu altına almak için ne savaşır ne mücadele eder. Orada, düşman kardeşlerin rekabeti değil enternasyonal dayanışma söz konusu olur. Küba’nın covid-19 pandemisi sürecinde yaptığına bakın ne demek istediğimizi anlarsınız.

Sovyetler Birliği ve diğer sosyalist ülkelerde sosyalizmi tahrip eden burjuva ve küçük burjuva baylar, ne kadar acınacak haldesiniz.

Tam da “kıblemizi bulduk” diye sevindirik olduğunuz sırada kıbleniz çöküyor. Sovyet topraklarında ise halklar mülksüzleştirenleri yeniden mülksüzleştirmeye hazırlanıyorlar.

Dünya, çok kutupluluğa değil, kutupsuzluğa, kapitalizmin, sınırların ve sınıfların olmadığı, rekabet, düşmanlık, savaş çığlıklarının bittiği bir noktaya gidiyor.