Devam etmeden önce hatırlatma babında kısa bir özet yapmak yerinde olacak. Dünkü makalemizde kısaca şunu söylemiştik: Dinci faşist iktidar, iç savaşın daha kanlı aşamalarına hazırlık yapıyor. Ayasofya’nın camiye çevrilmesi, İstanbul sözleşmesinin iptal edilmeye çalışılması, işkencenin alenileştirilmesi, ölüm listeleri, tehditler, silahlanma, Baroların bölünmesi ve daha sayısız adım...
Ancak tüm bunlar, dinci faşist iktidarın cumhuriyeti yıkarak padişahlığı, halifeliği, meşrutiyeti getirme çabasının bir sonucu değildir. Meşrutiyetle cumhuriyet arasındaki bir hesaplaşma hiç değil.
Tekelci sermaye sınıfı bir kez egemen olduktan sonra, bu sınıfın egemenliği altında devlet hangi biçimi alırsa alsın, bu sınıfın diktatörlüğü olarak kalır.
Dolayısıyla, sorunu cumhuriyetle meşrutiyet/hilafet arasındaki bir mücadele olarak görüp göstermek hem kendini hem de emekçi sınıfları aldatmaktır. Bugün bu devlet hangi biçimi alırsa alsın, tekelci sermaye sınıfının kanlı, açık, sınırsız bir faşist diktatörlüğüdür.
Bu kısa özetten sonra devam edebiliriz.
Önce şunun altını çizelim: Ne dinci faşist iktidar ne de tekelci sermaye sınıfı istediklerini sorunsuz, kolayca elde edebilecek durumdalar. Aksine, zor durumdalar, emekçi sınıfların, Kürt halkının devrim mücadelesinin önüne geçemiyorlar; ekonomik ve politik kriz içindeki burjuva düzen çöküş sürecinde.
Zaten, daha kanlı ve dizginlenmemiş bir faşist diktatörlük arayışı içinde olmalarının nedeni de bu. İşler, isteklerine, planlarına göre gitmiyor. Örneğin, burjuva partileri bir araya getirebildiler ama Ayasofya konusunda dinci faşist bir atmosfer yaratamadılar; umdukları kitle harekete geçmedi, bekledikleri heyecan toplumda oluşmadı.
Azerbeycan-Ermenistan çatışmasını kaşıdılar ama istedikleri milliyetçi-şoven hava oluşmadı. Toplum işsizlik, maddi geçim, açlık ve devlet terörüne karşı özgürlük derdinde.
Yine de ciddiye almak gerekiyor. Ciddiye alan hazırlık yapar. Hazırlık yapılmalıdır. Meydanı boş bulduklarında, kitleleri gafil avladıklarında bunların neler yapabileceklerini Maraş, Sivas, Çorum ve daha nice katliamdan biliyoruz.
Faşizm, zordan anlar. Devrimci kitlesel şiddetten anlar. Bu konuda Türkiye ve Kürdistan devrimci hareketinin zengin bir birikimi, derslerle dolu bir tarihi var. Bunlardan yararlanabiliriz ve yararlanmalıyız.
Faşizm, kendi karşı-devrimci kitlesini silahlandırdığını, ölüm listeleri hazırladığını canlı yayınlarla ilan etti.
Silaha silahla karşı koyulur; zora zorla... Emekçi sınıflar, Kürt halkı, ulusal topluluk halkları, Aleviler, kadınlar ne yapmaları gerektiğini devrimci önsezileriyle mutlaka bilince çıkaracaklar.
Örgütlenmek ve teknik hazırlıklar yapmak artık ertelenmeyecek, yarına bırakılamayacak bir görev haline gelmiştir. Mahallelerde, iş yerlerinde, semtlerde, fabrika ve okullarda, köylerde küçük birimler halinde bir araya gelmek ve teknik donanımı gerçekleştirmek..
Gerçek demokrasiye ulaşmak için faşizmi, toplumsal taşıyıcılarıyla birlikte yani tekelci sermaye sınıfının egemenliğini yıkmaktan başka yol yok.
Liberaller, sosyal reformistler, uzlaşmacılar dinci faşist iktidarın Cumhuriyeti yıkarak meşrutiyeti getirmeye çalıştığını; bu yüzden Cumhuriyeti savunmamız gerektiğini vaaz ediyorlar.
Bu, bilerek ya da bilmeyerek kurulan bir tuzaktır. Yıkılmadıkça bu devlet hangi biçimi alırsa alsın, ister Cumhuriyet, ister meşrutiyet yani padişahlık olsun, tekelci sermayenin kanlı faşist diktatörlüğü olarak kalır.
Örgütlenmek ve teknik hazırlıkları yapmak, donanım sağlamak sadece dinci faşistlere karşı mücadele için değil, işte bu diktatörlüğü, tekelci sermaye düzenini yıkmak için yapılmalı. Çünkü, bütün toplumsal sorunların, çektiğimiz acıların, faşist baskı ve terörün, katliamların arkasındaki maddi temel işte bu diktatörlük ve egemenliktir.
Ancak yıkmak yetmez; kurmak da gerekir. Yıkılacak olanın yerine başka bir burjuva egemenlik değil, halkın egemenliğini temsil eden, bizi sosyalizme götürecek olan devrimci bir iktidar kurulmalıdır. Mücadelenin tüm anlam ve önemi burada yatıyor.
70’li yılların büyük mücadele tarihinden almamız gereken derslerden biri, faşizme karşı mücadelenin MHP çetelerine karşı mücadeleyle sınırlandırılma hatasıydı. Hata, MHP’li çetelere karşı silahlı bir savaşım verilmesi değil, bu savaşımın devrim ve iktidar mücadelesiyle birleştirilmemesi ya da ona çevrilmemesiydi. Bugün aynı hataya düşülmemeli. Faşizm, dinci faşist iktidardan, onun tosuncuklarından ibaret değil. Dolayısıyla, faşizme karşı mücadeleyi “AKP-MHP faşizmi”ne indirgemek, onunla sınırlamak büyük bir hata, katıksız bir sosyal reformizmdir.
Aynı mücadele yıllarında şunu gördük, karşı-devrimin kitle gücü olarak faşistler, silahlanmış halk karşısında çil yavruları gibi dağılıyor, kafalarını saklandıkları inlerden dışarı uzatamıyorlar. Maraş katliamı, örgütlenmiş ve silahlanmış bir halkla önlenebilirdi. Çorum, Sivas ve diğer tüm katliamlar da öyle..
Örgütlenmek, mücadele organları oluşturmak ve bunları teknik yönden donatmak. Faşizmin tehditlerine ve adımlarına karşı günümüzün acil görevi budur. Semtlerde, fabrikalarda, köylerde, akla gelebilecek her yerde oluşturulacak -hangi ad altında olursa olsun- mücadele komiteleri yarının ayaklanma ve iktidar organları olacaktır.
Geleceğe böyle hazırlanmalıyız.
(Yazının ilk bölümünü http://mucadelebirligi10.net/index.php/makaleler/editor/4915-hepsi-bir-yerde-1 adresinden okuyabilirsiniz)