Dinci faşist iktidarın Ayasofya adımı, çok ani gelişti. Bir aya yakın süre içinde her şey olup bitti demek mümkün.

Böyle önemli olduğu söylenen bir adım, bir ay gibi kısa bir sürede, yani alelacele, sanki önü-arkası düşünülmeden atılmış gibi oldu. En azından görüntü böyle.

Arşivler biraz kurcalanınca, çok değil, bir yıl kadar önce, RTE’nin, bir konuşma sırasında Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi düşüncesine şu sözlerle karşı çıktığı anlaşıldı:

“Bak şimdi Büyük Çamlıca Camisi’ni yaptık. Dört tane beş tane Ayasofya eder. O kadar büyük. 60 bin kişiyi alabilecek kapasitede. Ve Anadolu Yakası’nda tüm İstanbul’da ve Türkiye’de en büyük cami oldu. Buyurun, mesele o değil. Bu işin siyasi boyutu var. Yan tarafta Sultanahmet’i dolduramayacaksın, Ayasofya’yı dolduralım diyeceksin. Bu oyunlara gelmeyelim. Bunların hepsi tezgah.”

Evet, yan taraftaki Sultanahmet Camii’ni dolduramazken yanı başındaki Ayasofya’yı da cami yapma kararı alıyorlar. Bir yıl önce böyle bir adım “tezgah-oyun” anlamına gelir diyen adam, şimdi bu adımı bizzat kendisi atıyor.

Peki neden?

Liberallerin, küçük burjuva uzlaşmacıların ve sosyal reformistlerin üzerinde birleştikleri nokta, dinci faşist iktidarın bir plan dahilinde “Cumhuriyet’i ve kazanımlarını ortadan kaldırmak” istediğidir.

Hele şu sonuncular, kendilerini sosyalist/komünist olarak tanıtan sosyal reformistler yok mu! Bu adamlar, “Cumhuriyet”in burjuva egemenliği temsil ettiği gerçeğini hiç ağızlarına almadan, işçi sınıfı adına, emekçi sınıflar adına “Cumhuriyet”i savunduklarını ve savunmaya devam edeceklerini bangır bangır söylemiyorlar mı!

Bu iddia bir hurafedir, “Kemalist” bir palavradır. Cumhuriyet dedikleri şey, Osmanlı egemenliği yıkılıp yerine burjuva sınıf egemenliği güvenceye alınır alınmaz işçi sınıfı ve emekçi halklara karşı dinci gericilikle birleşmiştir.

Şu sosyal reformistler ne kadar zavallı ve ne kadar sahtekar! Hem savundukları ve savunacakları Cumhuriyet’in burjuva sınıf egemenliğini temsil ettiğinin sözünü etmiyorlar, hem de Cumhuriyeti kuranların henüz Cumhuriyeti kurmadan TKP’nin kurucusu ve Genel Sekreteri Mustafa Suphi ve yoldaşlarını kiralık adamlarına katlettirdiğini unutturmaya çalışıyorlar.

Ama konumuz bu değil. Sorumuza yanıt aramaya devam edelim.

Mesele henüz çok taze ve gerçekler sis bulutu arkasında ancak belirli belirsiz kendini gösterirken, dinci faşist iktidarın bütün o yalan, demagoji, gerçekleri çarpıtma kampanyasına karşın Leninistler şunu göstermeye çalıştılar: Bu, tekelci sermaye sınıfının, dinci faşist iktidarın karşı devrim kitlesini toparlama, motive etme, harekete geçirme hamlesiydi; hem de burjuva muhalefet partilerini dinci faşist iktidarın arkasında birleştirme adımıydı.

Leninistler, mesele henüz tüm sıcaklığını korurken şuna da işaret etmişlerdi: Birleşik devrime karşı dinci faşist iktidarın bu adımı emperyalist devletler tarafından da sessizlikle onaylanıyor.

Dinci faşist iktidarın adımının üzerinden geçen şu birkaç günde, kitlelerde bir heyecan, dinci faşist iktidar etrafında bir kenetlenme, iktidara yönelik bir destek artışı ortaya çıkmış değil. Yani moda deyimle söylersek, dinci faşist iktidar karşı-devrimci dinci kitleyi konsolide edebilmiş değil.

24 Temmuz’u bekliyorlar. Fakat beklediklerini bulamayacaklar. Tarikat üyesi dinci kitle hariç, emekçilerin, işçilerin, ulusal topluluk halklarının bu adımdan etkilenmelerini beklemek, kitlelerin yaşam koşullarından bihaber olmaktır.

Sofrada zeytin-ekmek yokken, insanlar en temel ihtiyaçlarını karşılama olanaklarından yoksunken, midelerinin gurultusunu unutup Ayasofya camiye çevrildi diye sokaklara koşmazlar. Onlar, yaşam koşullarını gerçekten değiştirecek bir hareket, bir adım, bir çağrı peşinde koşarlar.

Dinci faşist iktidarın Ayasofya hamlesinde kitleleri etkileme, motive etme, harekete geçirme amacı şimdiye kadar hasıl olmadı. Henüz zaman var denilebilir ancak olgular bu tablonun kökten değişeceğine dair hiç bir veri göstermiyor. Öyleyse, tarikat üyesi, militan dinci faşistler dışında kitlelerin dinci faşist iktidarın kışkırtmasına gelecekte de kapılmayacağını, ilgi göstermeyeceğini şimdiden söyleyebiliriz.

Ne var ki ikinci amacın, bütün burjuva muhalefet partilerini dinci faşist iktidarın ardına dizme, karşı devrimin politik güçlerini bir araya getirme amacı daha ilk günde hasıl oldu. Bütün gerici/faşist burjuva partiler, dinci faşist iktidara desteklerini açıklayıp atılan adımdan duydukları memnuniyeti ifade ettiler.

CB sözcüsü İbrahim Kalın, BBC ile yaptığı söyleşide “karara tepkiler var” diyen muhabire CHP örneğini vererek, siyasal partilerin karar üzerinde anlayış birliği sağladıkları yanıtını veriyor. Doğrudur.

Ama ne önemi var? CHP değil mi 15 Temmuz’dan hemen sonra AKP’nin peşinde koşarak “Yenikapı ruhu”na katılan? Diğer burjuva partileri saymaya gerek yok ama CHP değil mi “adam kazandı” diyerek tam kırılma anında RTE’yi CB yapan? Afrin’de, Rojava’nın diğer bölgelerinin işgalinde dinci faşist iktidara ve faşist devlete tam destek veren CHP değil miydi? Saymakla bitmez.

Ve laf aramızda, sosyal reformistler ve küçük burjuva uzlaşmacı partinin, her seçimde gizli ya da açıkça destekledikleri parti işte bu CHP’den başkası değildi.

Sis bulutları dağılıyor, gerçekler açığa çıkıyor. Faşist propaganda ve ajitasyonun düşüncelerimizi baskı altına almasına izin vermeden ayaklanmaya hazırlanma faaliyetini hızlandırmalıyız.