Toplumsal sorunların dağ gibi biriktiği, emekçi sınıfların ve ezilen halkların bu sorunların altında ezildiği, yaşamlarını sürdüremez noktaya geldikleri bir olgudur.
İşsizlik bunların başında geliyor. On yedi milyonu aşan sayıda işçinin emekçinin işsiz olduğu biliniyor. Emekçi için işsizlik açlık ve sefalet demektir, yaşamdan kovulma, çocuğuna ekmek götürememe demektir. İşsiz bir emekçinin yaşamına son vermesi, işsizliğin kişinin sadece maddi yaşamını değil, onunla birlikte bütün iç dünyasını, bütün ruhsal yapısını, moral değerlerini yıktığını gösterir.
Yoksulluk, günümüzün en önemli bir diğer toplumsal sorunudur. İster işsizlik nedeniyle olsun ister başka nedenlerle olsun, insanların yoksulluğu ve yoksunluğu aynı sonuçlara yol açıyor. Görevinden uzaklaştırılan bir memur, işleri yolunda gitmeyen bir seyyar satıcı, ürünü tarlada kaldığı için bütün bir yılı ailesiyle birlikte aç biilaç geçirecek olan küçük köylü yaşamın kıyısında gezinen ve her an bedenini ateşe vermeye hazır biri demektir.
Açlık bir felakettir. Bu öyle bir felaket ki, diğer tüm sorunları arka plana atarak kendini öne çıkarır. Bugün, Türkiye ve Kürdistan’da emekçi sınıfların, yoksulların önemli bir kesimi açlık çekiyor, açlık sınırında yaşıyor, çocuklarını doyuramamanın kahrıyla yaşıyor.
Bu kahredici yaşamın insanları kendi yaşamına son vermeye ittiği gibi şatafat, sefahat içinde yaşayan zenginler sınıfına, düzene karşı kin ve öfke biriktirmeye de itiyor.
Emekçi sınıflar, yoksullar bu sefil yaşamdan kurtulmak için on yıllardır “hak” mücadelesi yürütüyor. Ezilen Kürt halkı, on yıllardır özgürlüklerini “genişletme” mücadelesi veriyor. İşçiler, on yıllardır ücret artışı, sendikal halklar, çalışma koşullarının iyileştirilmesi mücadelesi veriyorlar.
Kitleler, yaşamlarını iyileştirmek, daha demokratik, daha özgür bir koşullarda yaşamak için bu mücadeleyi yürütürken çok büyük bedeller ödemek zorunda kaldılar. Zindanlar her zaman, tutuklanan, cezaya çarptırılan emekçilerle, devrimci demokratlarla doldu taştı. İşkencehaneler, emekçiler ve Kürt halkı için çalıştı. Açık infazlar, kaçırıp öldürmeler, insanların kaybedilmesi günlük vakalara dönüştürüldü.
Bu zulme karşı Kürt halkı, öncesi bir yana, 90’lı yılların başından beri büyük serhıldanlara girişti. İşçi sınıfı, yine öncesi bir yana, 15-16 Haziran 1970 ayaklanmasından bu yana, büyük eylemlere, grevlere, fabrika işgallerine, ayaklanmalara girişti. Emekçi sınıflar, devrimci güçler, 70’li yıllardan başlayarak, faşizme karşı büyük mücadeleler verdi, silahlı çatışmalar dahil her türlü mücadele biçimini denedi.
Ne var ki tüm bu mücadelelere, ödenen büyük bedellere, çekilen sonsuz acılara rağmen, nüfusun ezici bir çoğunluğunu oluşturan emekçilerin, Kürt halkının yaşamı her geçen gün daha da kötüye gitti. Yoksulluk artıyor. Faşizmin baskı ve terörü nefes aldırmaz hale geliyor. İşçilerin yaşamı her gün daha çekilmez oluyor. Kapitalistler, 19.yy’ın o vahşi sömürüsünü aratmayacak bir zulümle işçileri çalışmaya zorluyor. Zenginlik artıkça ve sermaye biriktikçe emekçilerin payına düşen şey daha beter bir sefalet, daha beter bir yaşam oluyor.
Bütün bu söylediklerimiz, dağınık, örgütsüz, köy yaşamının yalnızlaştırıcı koşullarından dolayı işçi sınıfına nazaran mücadelede daha geri kalan ama yaşam koşulları bakımından çok daha beter durumda olan küçük ve yoksul köylü, yarı proleter durumdaki mevsimlik işçiler için fazlasıyla geçerli.
Faşist devlete gelince... Faşist devlet ve tüm önceki iktidarlar gibi, dinci faşist iktidar, işçi sınıfının büyük mücadeleler sonucu elde ettiği, örneğin kıdem tazminatı gibi, hakları ortadan kaldırmak, gasp etmek için saldırı üstüne saldırı düzenliyor. İşçi sınıfı ve diğer emekçi sınıflar tek tek kapitalistlerle olduğu gibi bir bütün olarak kapitalist sınıfa ve onunla birlikte faşist devlete karşı mücadele ediyorlar.
Sonuçta, emekçi sınıflar, Kürt halkı, devrimci-demokrat güçler, on yıllardır, aynı amaç ve hedefler için tekrar tekrar mücadele etmek zorunda kaldılar.
Elbette bu bir yazgı değildir. Birleşik devrimin toplumsal güçleri, on yılları bulan bu uzun ve bir o kadar da çetin, büyük bedellerle verilen mücadelenin amaç ve hedefleri değişmedikçe bir kısır döngüye dönüştüğünü anlamalı.
Sorunlar çözülemediği gibi aksine daha da ağırlaşarak mücadele eden kitlelerin karşısına tekrar tekrar çıkıyorlar. Böyle olması da kaçınılmaz. Çünkü tüm sorunların kaynağı orta yerde dururken sorunların tekrar tekrar ortaya çıkması kaçınılmaz.
Sorunların kaynağını, kapitalist düzeni, burjuva egemenliği ortadan kaldırmak gerekiyor. İşçi sınıfının, Kürt halkının başlıca mücadele hedefi bu olmalıdır. Bu olmadıkça dün elde edilen kazanımların bugün kaybedilmesi, bugün varolanların yarın kapitalist sınıf ve faşist devlet tarafından gasp edilmesi önlenemez.
Yaşam, aynı sorunları, daha da ağırlaşmış olarak tekrar tekrar önlerine koyarak emekçi sınıflara, Kürt halkına bu gerçeği öğretiyor. Bu gerçek giderek bir bilinç durumuna dönüşüyor. Nasıl ki, örneğin dinci faşist iktidardan seçim/sandıkla kurtulmanın mümkün olmadığı giderek bir bilinç haline dönüşüyorsa, iktidar ele geçirilmeden sorunların çözümünün mümkün olmadığı da öyle bilinç haline geliyor.
İktidarı birleşik devrimle ele geçirmekten başka çözüm yolu yok.