Hulusi Akar, Türkiye’nin Savunma Bakanı olur kendileri, yanına Yaşar Güler’i, (bilmeyenler için yazmış olalaım, Genelkurmay Başkanı’dır,) alarak Libya seferine çıktığında pek keyifli görünüyordu.
Libya’ya ayak basar basmaz dünyaya meydan okudu. Libya’da “sonuna kadar kalacak”larını ilan ediyordu. Elbette “kendisi için bir şey istiyen namertti”, her şey Libyalı kardeşleri -elbette müslüman olanından- içindi vs vs.. Kim tutardı Aktolgalı Beylerbeyinin torunlarını! Şöyle haykırıyordu ataları gibi:
“Bizim Libya ile 500 yıla varan birlikteliğimiz, ortak tarihimiz, kültürümüz, anlayışımız, inançlarımız var. Burada ciddi sıkıntı, haksızlık, adaletsizlik vardı. Biz de burada atalarımıza yaraşır şekilde yapmamız gereken ne varsa, uluslararası hukuk, adalet neyi gerektiriyorsa bu manada buradayız ve sonuna kadar da burada olmaya devam edeceğiz. Libyalı kardeşlerimizle beraberiz. Bundan kimsenin şüphesi olmasın.”
Bütün bu laf kalabalığı içinde en önemli ifade “sonuna kadar da burada olmaya devam edeceğiz”dir. Nedir bu “sonuna kadar”? Uzayın sonsuzluğu kadar belirsiz, muğlak bir ifade. Mesela, Libya’da çıkarılacak son petrol varili, son metreküp doğalgaz olabilir mi? Neden olmasın, ömrü vefa ederse son varil çıkarılana, son metreküp doğalgaz elde edilene kadar orada kalacaklar.
Neden kalmasınlar?
Hayaller Sirte ve Cuffra gerçekler Vatiyye.
Her şey iki gün içinde olup bitti. 3 Temmuz’da G.Kurmay Başkanıyla Libya’ya uçtu. Bir gün sonra, 4 Temmuz’da bilinen açıklamaları yaptı; henüz dönüş yolundayken, 5 Temmuz gecesi, aidiyeti bilinmeyen, muhtemelen son derece gelişmiş savaş uçakları, Türk askerinin ele geçirmekle övündüğü Vatiyye Üssünü bombaladı.
Türkiye’nin oraya yerleştirdiği silah sistemleri, hava savunma sistemleri vb vb tahrip edildi. (Gerçi durumu olduğundan hafif göstermek için “zarar gördü” diye açıklıyorlar ama doğrusu imha edildi.)
Kim bombaladı, belli değil; biz de bilmiyoruz şüphesiz. Herkes bu sorunun yanıtının peşine düşmüş. Ama kimin bombaladığının ne önemi var ki! Hiçbir önemi yok. Farzedelim ki Fransa, ya da Mısır, yahut Suriye’de yaptığı gibi Rusya bombalayıp pusuya yatmış olsun, ne farkeder?
Hiçbir şey!
Bu saydıklarımızdan hangi devlet yapmış olursa olsun, Türkiye, savaş uçaklarını, gemilerini gönderip sözkonusu ülkeyi bombalatacak değil. Ne hali ne mecali var buna.
Bu, henüz bir mesajdı; “Kandıralı sen de dur” mesajıydı. Yani, bu daha başlangıçtı, böyle vuruşlar ve bit tık yukarısı savaş devam edecekti.
Türkiye “beni kim vurdu” diye dehşetle açılmış gözlerle, sersemlemiş halde sağa sola bakınıyor, bombaların nereden geldiğini anlamaya çalışıyor. Nafile! Bombalar -tokat da denebilir- bir hayalet tarafından atılmıştı. Sahi, Libya’daki düşmanlardan hangisi tokatı atmış, başa bomba yağdırmıştı?
Ama daha kötüsü ve sersemletici olanı, her an aynı bombaların kafaya düşme ihtimaliydi. Hayaletti bu, kendini belli etmemişti. Öyleyse aynısını hatta beterini yapabileceğini düşünmemek için bir sebep yok.
Burada durup okurun hoşgörüsüne sığınarak mafyadan kısa bir anektod aktarmak istiyoruz. Adını zikretmeye değimez, biliniyor, zindandaki bir mafya başı, hasım çeteye silahlı bir saldırı düzenlettikten sonra, “seni kurşun manyağı yapacağım” diye bir mesaj göndermişti. “Kurşun manyağı” her an, nereden geleceği belli olmayan kurşunlar yeme korkusuyla yaşamaktı.
Türkiye’nin Libya’daki hatta Suriye ve G.Kürdistan’daki hali, şu anda budur. Ama özellikle Libya’da. Neden Libya? Çünkü orada bir değil, aralarında Fransa gibi dişe dokunur bir emperyalist bir devletin de bulunduğu, Mısır, Rusya, Suudi Arabistan ve askeri gücüyle değil ama savaşı finans gücüyle hesaba katılması gereken Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) var. Libya halkı, Osmanlı zülmünün travmasını üzerinde hala taşıyan aşiretler, yine Osmanlı işgali kabusuyla yaşıyan Arap ülkeleri işin cabası.
Erken öten horozun kellesi tehlikeye düşer; keserler.Birilerinin bu gerçeği Hulusi Akar’ın, ondan da önemlisi dinci faşist iktidarın başına ve hatta tekelci sermaye sınıfının kulağına fısıldamalı.
Erken kazanılan bir kaç çarpışma zafer ilan etmeye yeterli olsaydı, Almanya’dan Moskova önlerine kadar giden Hitler bugün dünya fatihi olurdu. Öyle olmadı, büyük çarpışmaları kazanmasına rağmen sonunu biliyoruz. Son gülen iyi güldü; Stalin gülümseyen yüz ifadesi gözümüzün önünde.
Türkiye’nin de güvendiği müttefikleri var elbette. Covid-19’un yarattığı yıkımdan başını kaldıramayan İtalya, tarihi boyunca bir sokak çatışmasına dahi girmemiş, tek özelliği bol dolar sahipliği olan Katar ve yumurtalarını hangi sepete koyacağına henüz karar verememiş ABD.
Çavuşoğlu, her ne kadar "Sayın Cumhurbaşkanımız, Türkiye ve ABD olarak birlikte çalışmamızı önerdi. Sayın Trump da buna olumlu baktı ve bizim düzeyimizde yani dışişleri, savunma bakanları düzeyinde, istihbaratlar düzeyinde birlikte çalışma talimatı aldık. Şimdi teknik düzeyde arkadaşlarımız görüşüyor. Burada ortak hareket etmemiz, bölgenin istikrarı ve Libya'nın geleceği bakımından da önemlidir." dese de, ABD, NATO üyesi Fransa ile yine NATO üyesi Türkiye arasında tercih yapmış değil ve daha önemlisi, ABD şimdi neyle uğraşsın? İçerdeki ayaklanmalarla mı, Trump’ın akla ziyan açıklamaları ve icraatleri ile mi, Çin, Rusya, İran ile mi?
Türkiye, melhemi olmayan kelden medet umuyor.
Öyleyse şunu rahatlıkla ileri sürebiliriz: Vatiyye’de patlayan bombalar, yeni bir perdenin açılışını haber veren gong sesi gibidir.