Emperyalist devletlerin zavallı başkanları, başbakanları ne yapacaklarını bilmez haldeler. Ekonomik kriz ve bunun yol açacağı toplumsal patlamalar uykularını kaçırıyor. Ne yapsalar etseler, kapitalist ekonominin kronik sorunlarına, krizine çare bulamıyorlar.
Şimdilerde, pandemiyi günah keçisi ilan etmişler. Hani, pandemi olmasa, neredeyse, her şey güllük gülüstanlık olacaktı diyecekler.
Avrupalı emperyalist ekonomilerin lokomotifi sayılan Almanya’nın Başbakanı Angela Merkel -Almanlar ona “Şansölye” der- içinde bulundukları panik halini şu sözlerle yansıtıyor:
“Ciddi zamanlarda yaşıyoruz. Daha önce sahip olduğumuz koşullar, bugün karşı karşıya olduğumuz sorunlarla karşılaştırıldığında nispeten öngörülür ve hafifti" diyen Merkel, "Bu, bir yandan pandemi, diğer yandan da onunla bağlantılı ekonomik sorunlar, onlarca yıldır belki de hiçbir zaman görmediğimiz sorunlar.”
Kapitalist ekonominin sorunlarının kaynağını “pandemi” olarak görmek ve göstermek şüphesiz, doğru değil. Merkel’in sorunların asıl, gerçek kaynağını bilmemesine ihtimal vermeyeceğimiz için, toplumu kandırmaya çalıştığını söylemekte sakınca yok.
Ama neye yarar! Değil toplumu, bütün dünyayı kandırsa ne işe yarar! Gerçekler mutlaka kendini kabul ettirirler.
Gerçek şu: Emperyalist-kapitalist sistemin bütün dünyada girdiği derin ve yıkıcı krizin nedeni, kaynağı kapitalist üretim biçiminin kendisidir. Onun için yapacakları bir şey yok; ellerinden bir şey gelmez.
ABD Merkez Bankası Başkanı, panik ve çaresizlik halini şöyle açığa vuruyor:
“Üretim ve istihdam, pandemi öncesi dönemdeki seviyelerinin çok altında kalıyor. Ekonominin önündeki yol olağanüstü bir şekilde belirsiz ve büyük ölçüde virüsü kontrol altına alma başarımıza bağlı. İnsanlar, geniş yelpazedeki faaliyetlerde yeniden bulunmanın güvenli olduğuna emin olana kadar tam bir toparlanma mümkün değil.”
ABD emperyalizminin bu darphane müdürü, kendini avutacak bir sürü yalan yanlış veri sıraladıktan ve pandemiyi günah keçisi ilan ettikten sonra toparlanmayı pandeminin kontrol altına alınması şartına bağlıyor.
Oysa, dünya kapitalizmini daha önce görülmemiş bir krizin beklediği, pandeminin sözü bile edilmezken yazılıp çiziliyordu. “Dünyayı büyük bir ekonomik kriz bekliyor” şeklindeki manşetler burjuva basının manşetlerini süslüyordu. İşte geçtiğimiz yılın Ekim ayından bir haber:
“Bütün bu sinyaller önümüzdeki yılda büyük bir ekonomik krizin çıkacağını gösteriyor. Bazı ülkeler yatırım politikalarını değiştirerek risk taşıyan yatırımlardan vazgeçiyor.” Bunun gibi sayısız örnek vermek mümkün.
Pandeminin kapitalizmin krizine etkisi olmadı mı? Elbette oldu. Pandemi, kapitalizmin krizine neden olmadı ama o krizi derinleştiren, keskinleştiren, hızlandıran bir katalizör oldu. Bunların hepsi birer olgu ama pandemi, olmayan bir krizin oluşmasına yol açan bir neden olmadı.
Kapitalizmde sermaye, genişletilmiş yeniden üretime dönmüyor. Ekonomide burjuva iktisatçıların verdikleri büyüme rakamları, çok büyük oranda yalana dayalı yanıltıcı rakamlar oluyor. Örneğin, “Ekonomik verilere göre ABD ekonomisi %2,5 büyüme gösterdi. Ancak verilere baktığımız zaman ekonomik büyümenin hükümetin varlık fonunu ekonomik pazarda kullanmasından kaynaklandığını görüyoruz. Bu da ABD’nin ekonomisinde büyüme olduğu anlamına gelmiyor” gibi itiraflar, nadir de olsa, oluyor ve gerçeğin görülmesine yardım ediyor.
Peki, tüm çabalarına rağmen kapitalistlerin üstesinden gelemedikleri bunalımın gerçek sebebi nedir? Marx, bunu son derece yalın bir dille anlatıyor.
“Üretime yatırılmış bulunan sermayenin yerine konması, geniş ölçüde, üretken olmayan sınıfların tüketim gücüne bağlı bulunuyor; oysa işçilerin tüketim gücü kısmen ücretler yasası ile, kısmen de, bunların kapitalist sınıf tarafından karlı bir biçimde çalıştırılabildiği sürece kullanılmaları olgusu ile sınırlıdır. Bütün gerçek bunalımların son nedeni, daima kapitalist üretimin üretici güçleri sanki yalnız toplumun mutlak tüketim gücü bu güçlerin sınırını teşkil edermişçesine geliştirme çabasına zıt olarak, kitlelerin yoksulluğu ve sınırlı tüketimidir.”
Bu, kimilerinin sandığı gibi “eksik tüketim” değildir. Bu, kapitalist üretimin bir yandan sermayeyi giderek daha az elde biriktirirken emekçiler tarafında sefalet biriktirmesi sonucu doğan “sınırlı tüketim”dir.
Bu yılın başında İngiliz bir kuruluşun yayınladığı bir rapor, servet birikimi ile sefalet birikimi arasındaki uçurumu şöyle gösteriyordu:
“İngiliz yardım kuruluşu Oxfam’ın raporuna göre, 2019 yılında dünya genelindeki en zengin 2 bin 153 kişinin serveti, en yoksul 4,6 milyar kişinin toplam servetini geçti.”
Sözü, kendisi de burjuva sınıftan olan bir Amerikalının kendi sınıfına “Yabaları Görüyorum” başlıklı makaleyle yaptığı uyarıyla bağlayalım:
“İflaslar gibi devrimler de önce yavaş yavaş gelişir, sonra birden patlar. Bir gün bir insan kendini ateşe verir, ardından binler sokaklara akar. Ve siz bunu anlamadan önce ülke yangına keser. Havaalanlarına koşup Gulfstream V’lerimize atlayıp Yeni Zelanda’ya uçmaya zamanımız olmaz! Hep olageldiği gibi. Halihazırda olduğu gibi eşitsizlik artmaya devam ederse, gerçekten bu olacak. Ne zaman olacağını tahmin edemeyiz. Korkunç olacak, herkes için, fakat özellikle de bizim için.”
Merkel panik olmasın da ne yapsın!