Dinci faşist iktidar, Baroların yapısı ve seçim sistemiyle ilgili planlarıyla bir arı kovanına daha çokmak sokmuş oldu.

Avukatlar ve onların örgütü Baronun pek çok şubesi iktidarın bu planına karşı duracaklarını açıkladılar. Bir kişi hariç: Barolar Birliği Başkanı. Yani çeşitli illerin Baroları, Ankara’ya bir “baş”ları olmadan yürüdüler.

Barolar Birliği Başkanı ne mi oldu? Üzerinde durmaya değmez ama yine de geçerken belirtelim; o başından beri dinci faşist iktidarın Barolara yönelik planlarının içindeki biri olarak, karşı cephede duruyordu.

12 Eylül faşizminin beş saatlik Başbakanı, faşist I. MC Hükümetinin koalisyon ortağı olan dedesinin torunu, “devletin çıkarlarını savunmayı görev edinmiş” bir avukat olarak, gerçek yerini belirlemişti. Ama söyledik, tekrar etmekte bir mahzur yok: Önemsiz bir parantezdir bu.

Hemen şunu belirtelim: Dinci faşist iktidarın kendilerine yönelik planlarına karşı eyleme geçme kararı alan baro başkanları, eyleme katılımı Başkanlarla sınırlı tutarak, daha baştan eylemin etkisiz olmasına zemin hazırladılar.

Baro başkanları, eylemlerinin etkili olmasını istiyorlardıysa, yapmaları gereken şey, en geniş avukat kitlesini eyleme katmanın, sokağa çekmenin yollarını aramaktı. Tersini yaptılar ve dinci faşist iktidar, baro başkanlarının bu mesajını anında okudu: Başkanlar, uysal çocuk kılığında sonuç almak istiyorlar.

Dinci faşist iktidar, polis şiddetiyle baro başkanlarının mesajına yanıt verdi. Başkanlar Ankara girişinde, “Valilik izni yok” gerekçesiyle polis tarafından durduruldular, kimisi tartaklandı, yerlerde sürüklendi; çadırlarına el konularak yağmur altında saatlerce bekletildiler, sığındıkları “cafe”ye ceza yazıldı ve kapatıldı, maske takmayanlara ceza yazıldı vs.

Asıl soru şudur: Durup dururken, dinci faşist iktidar, kendine başağrısı olacağı baştan belli olan böyle bir adımı neden attı?

Tüm yaşamsal toplumsal sorunların olduğu gibi bu sorunun yanıtı da ancak sınıf savaşının, iç savaşın geldiği düzey, ekonomik ve politik krizin, yani devrimci durumun derinliği, emekçi kitlelerin ve ezilen halkların koşulları temel alınarak yanıtlanabilir.

Çok özet biçimde işaret edebiliriz: Dinci faşist iktidar ve faşist devlet, iç savaşı kazanmak, birleşik devrimin gelişmesini engellemek için, özellikle son bir-iki yıldır yoğun bir tahkimat yapıyor.

Çok yönlü olan bu tahkimatın öne çıkan iki ayağı var. Birincisi, faşist devletin artık pek işe yaramayan, hatta ondan da öte ayakbağı olmaya başlayan kurumlarını ya etkisiz, sembolik hale getirmek (Meclis gibi) ya da tümden değiştirmek (eski hükümet biçimleri gibi). Bu tür kurumlar da faşist devletin organları olmakla birlikte, işleyişleri ve yapıları hızlı karar alabilmenin önünde engel oldukları için sözünü ettiğimiz değişikliğe uğratıldılar.

Çünkü, birleşik devrime karşı daha etkin bir savaş için yetkiler tek merkezde toplanmalıydı.

Dinci faşist iktidarın ve faşist devletin tahkimat planının bir diğer ayağı ise, kendisine engel çıkartabilecek direnç noktalarını ortadan kaldırmak ya da etkisiz hale getirmek.

Faşizm, devletin baskı ve zor aygıtlarının yanın sıra, kendine toplumsal destek noktaları yaratmak ister. Tıpkı emekçi memur sendikalarında, işçi sendikalarında vb olduğu gibi.

Dinci faşist iktidarın bu yönelimi, Baroların sandığı gibi, esas olarak “savunmayı susturmayı” hedeflemiyor. Bu var. Ancak bu, dinci faşist iktidarın eyleminin yan ürünü olabilir. “Savunma”nın halen var olduğunu, etkili olduğunu, mahkeme kararlarının burjuva hukukun prosedürlerine uygun alındığını düşünmek büyük yanılgıdır.

Faşist devlet, bu sorunu uzun süre önce halletti. Mahkeme kararları alınırken “savunma”nın hiç dikkate alınmadığını en iyi bilenlerin avukatlar olması gerekir. Bunu kanıtlayacak sayısız örnek sıralanabilir; buna gerek olduğunu sanmıyoruz. Sadece, Van-Gevaş’ta görülen işkenceyle ilgili davanın mahkeme kararını anımsatmak yeterli olmalı. “Savunma” yargının bir unsuru olmaktan çıkarılmıştır.

Yine de iktidarı rahatsız eden yönleri var. İşkenceleri ortaya çıkarmak, Zindanlarda işkenceye müdahale etmek, teşhir etmek vb vb. Ancak bütün bunlar dinci faşist iktidarın onlarca yıllık bir tarihe ve onbinlerce üyeye sahip Baroları bölme/ele geçirme planlarını açıklamakta yetersiz kalırlar.

Faşizm, Baroları bölebilir mi? Sermayenin gücüne ve düzenin kurumlarına dayanarak bunu yapmaya çalıştığı ortada. Boşa kürek sallamıyor. Yine de, avukatlar kitlesinin devrimci demokrat potansiyeli ve devrimci enerjisi harekete geçirilirse, engellenebilir.

Mesele, bu enerjiyi devrimci hedefler doğrultusunda sokağa dökmektir.