Osmanlı’da Sultan II. Abdülhamit, rivayete göre, “hava bulutlu” demeyi halka yasaklamıştı. Nedeni yine rivayete göre şuydu: Hava bulutlu demek yağmur yağacağını ima etmek anlamına gelirmiş.

Yağmur, suda yüzmeyi seven ördekleri çağrıştırırmış. Ördekten sözetmek ise, Sultan Abdülhamit’in burnunu çağrıştırdığı için Sultan Abdülhamit’le alay etmek anlamına geliyormuş. Bulut ve ördekten bahsetmek yasakmış bu yüzden. Elbette rivayete göre.

Rivayet filan değil, buz gibi gerçek: Sultan I.Abdültayyip’in hükümdarlık döneminde, “çanta”dan sözetmek mahkeme kararıyla yasaklanmış. Çünkü “çanta” demek, I.Abdültayyip’in zevcesi, Siirt eşrafından Emine hanımın çantasını çağrıştırırmış.

İstanbul Anadolu 8. Sulh Ceza Hâkimliği, hem bunu hem de, Emine hanımım mahdumlarından Bilal’i çağrıştırır diye, amcaoğlunuzu da kastetseniz, “Bilal’e anlatır gibi anlatmak” ifadelerini içeren yazılara erişimi engellemiş.

Bilal”i geçiyoruz. Ama Emine hanımın elli bin dolarlık el çantası kullanımını anladığımızı ifade etmek istiyoruz. Böyle lüks takılmanın ekonomi politikte bile bir yeri var. İşte Marx’ın konuyla ilgili altın değerinde sözleri:

Kapitalist üretimin tarihsel şafağında —sonradan olma (Şu ‘sonradan olma’ifadesi ne dikkate değer! bn.) her kapitalist, kişi olarak bu tarihsel aşamadan geçmek zorundadır— tamah ve zenginleşme hırsı, egemen tutkulardır. Ne var ki, kapitalist üretimin ilerlemesi yalnız bir zevkler dünyası yaratmakla kalmaz, spekülasyon ve kredi sistemi ile, binlerce çabuk zenginleşme kaynağını da ortaya çıkartır. Belli bir gelişme aşamasına ulaşıldığında, aynı zamanda bir servet gösterisi ve dolayısıyla itibar kaynağı olan ve alışılagelen derecede bir israf, ‘talihsiz’ kapitalist için bir iş zorunluluğu halini alır. Lüks, sermayenin temsil masrafları arasına katılır. Üstelik, kapitalist, cimri gibi, kendi emeği ve sınırlı tüketimi ölçüsünde zenginleşmez, başkalarının emek-gücünü baskı altına alarak emdiği ve emekçileri, yaşamın zevklerinden yoksun bırakmaya zorladığı ölçüde de zenginleşir.” (Kapital cilt I 610-611)

Kısa bir makale için biraz uzun bir alıntı oldu ama olsun, değer!

Emine hanım ve çantasıyla ilgilenmiyoruz. Burada bir toplumsal durum, toplumsal ilişki biçimi söz konusudur. Dinci faşist iktidarın bugüne kadar süren yaklaşık on sekiz yıllık kısa döneminde -kapitalist üretim biçiminde zenginleşme için on sekiz yıl uzun bir dönem değil- “siyasal islamcı” denen çevrenin nasıl bir “tamah ve zenginleşme hırsı” içinde, üreterek değil, başkasının elindekini kurnazlıkla ve güce yani iktidar erkine dayanarak ele geçirdiklerini; havadan zengin olmanın doğurduğu en yolsuz aşırı yaşam biçimiyle hareket ettiklerini büyük şehirler gibi anadolu insanı da gördü.

Marx, kapitalist üretimin tarihsel şafağındaki bir durumdan sözediyor. Tekelci kapitalizm döneminde Marx’ın sözünü ettiği durum değişmez aksine derinleşir. Çünkü tekelci kapitalizmde “ilişkiler” öne plana geçer ve zenginleşmenin yolu, iktidar-hükümet-devlet bürokrasisiyle kurulan ilişkilerle doğru orantılı ve geometrik bir hızla artar.

Tam da bu nedenle, dinci faşist iktidarın çevresinde “spekülasyon ve kredi sistemi” ile ihalelerle, binlerce çabuk zenginleşme yöntemiyle zenginleşen bir zümre havadan gelen bu zenginlikle, kazanç tarzında olduğu gibi zevklerinde de, “lümpen proletaryanın burjuva toplumun doruklarında dirilişinden başka bir şey değildir.”

Lüks sermayenin temsil masrafları arasına katılır.” Çanta bir semboldür, temsil masrafıdır. Yeni zengin “dinci” zümre, üst burjuva sınıfa kendini kabul ettirmek, onun arasına karışmak; böylece iktidar-hükümet-devlet bürokrasisi arasına karışmak, içine girmek için bu “temsil masrafları”na katlanmak zorundadır. Bu çemberin içine girmek, kabul edilmek zenginleşmenin yoludur çünkü.

Biriktirmek” bütün kapitalistler için son derece önemlidir ama çok daha güçlü bir hırsla hareket eden sonradan olma kapitalistler için “biriktirme” nin önemi tarif edilemez. Bu yüzden, “özel tüketimi için harcadıklarını dahi, biriktirmeyip harcadığı için” diğer tüm kapitalistlerden daha fazla, “birikmiş sermaye üzerinden bir hırsızlık gibi görür.”

Buraya kadar olanı “Hermes çanta”nın ekonomi politiği ile ilgilidir. Ama işin bir de diğer yanı, sınıf savaşıyla ilgili yanı var.

İstanbul Anadolu 8. Sulh Ceza Hâkimliği’nin kararı da bununla ilgili. Kitleler, Marx’ın sözünü ettiği dönemin kitleleri değil. Ne bilinç, ne mücadele birikimi, ne bilgilenme olanakları, ne değerler vb yönünde eski zaman kitleleridir. Zenginliğin elde edilme yollarını, kendilerinin yoksulluk içinde yaşıyor olmalarının nedenlerini sorguluyor ve başkalarının “dalavere ile havadan gelen zenginliğin, tatmin yollarını, zevkin rezilleştiği yerde, altın, çamur ve kanın birbirine karıştığı yerde” aradığını büyük bir öfke, kin ve kızgınlıkla seyrediyor.

Sulh Ceza’nın Hakimi “Hermes çanta” içerikli haberle ilgili kararı alırken gözünün önünden kitlelerin işte bu yıkıcı öfkesi, kini, kızgınlığı geçiyor.

Peki ya Emine hanımın mahdumuyla ilgili haber? Savaşta düşmanı küçüksemek, alay etmek, moralini bozmak verimli bir yöntemdir. Kazanmaya yardım eder.

Sulh Ceza Hakimi, bir kararla bunun önüne geçebileceğini düşünüyor!

Ne çaresizlik!