Mısır’dan beklenen hamle geldi ve Devlet Başkanı Sisi, Mısır ordusuna Libya’da savaşa hazır olma emri verdi.
Kelimesi kelimesine böyle değil elbet, ama sözleri başka hiç bir anlama gelmiyordu. Şöyle:
“Artık gerek kendimizi savunma açısından gerek Libya’da seçilmiş tek meşru otorite olan (Tobruk’taki) Temsilciler Meclisi’nin talebi üzerine olsun Mısır’ın (Libya’ya) yapacağı herhangi bir doğrudan müdahale uluslararası meşruiyet kazanmıştır”
Sisi, Libya’nın Sirte ve Cufra kentlerinin Türkiye’nin desteklediği çeteler tarafından ele geçirilmesini Mısır’ın “kırmızı çizgi”si ilan etmiş.
Devam etmeden iki noktayı hatırlatmamız yerinde olacak. Birincisi, Türkiye’nin desteklediği Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH), Türkiye’nin askeri desteği ile son zamanlarda, Mısır, Suudi Arabistan, BAE, Fransa, Rusya desteğindeki Hafter güçlerinin elinden bir takım yerleri alarak ilerleme kaydetmişti. Hafter’i destekleyen devletler, UMH çeteleri Sirte’yi ele geçirecek noktaya gelene kadar pek ses etmediler.
Ancak bu güçler Sirte’ye girmeye kalkışınca Cufra’dan kalkan savaş uçakları onları gerisin geri püskürttüler. Sirte önemliydi. Yağmalanacak petrol ve doğalgazın dünyaya çıkış noktalarının başında bu kent geliyor.
Cufra da önemliydi. Çünkü, hem petrol havzalarına hakimiyet açısından hem de Sirte’nin korunması açısından stratejik bir noktadaydı.
Hatırlanması gereken ikinci nokta şuydu: UMH çeteleri ve tabii ki Türkiye’nin askeri güçleri Sirte’yi ele geçirecek noktaya gelince Mısır, Hafter ve Tobruk’taki Temsilciler Meclisi Başkanı Akila Salih’i yanına alarak bir “ateşkes” planı öne sürdüler. Tobruk merkezli Temsilciler Meclisini destekleyen devletler planı destekledikleri açıkladılar. Plan’ın en önemli kısmı, Türkiye ve çetelerinin Libya’daki varlığına son veriyor olmasıydı. Türkiye, “ateşkes” planını okumaya hacet duymadan reddetti. Sirte ve Cufra’yı ele geçirmeden “durmak yok”tu. Asıl yağlı kemik oradaydı.
Askeri olarak gerileyenin “ateşkes” istemesi; ilerleyenin, artan bir özgüvenle, bu öneriyi reddetmesi burjuva yağma savaşlarında neredeyse kural haline gelmişti. Kural bozulmadı.
Ancak yağma savaşının tarafları, ellerindeki kartların tümünü açmamışlardı henüz. Türkiye, Suriye’de yaptığı gibi ABD’yi sürecin içinde aktif yer almaya çağırdı. ABD, olumlu sinyal verdi ama o kadar.
Mısır’ın Sisi’si ise aşiret temsilcilerini yanına alarak “Çağrı olursa müdahaleye hazırız” açıklamasını yaptı. Çağrıyı yapacak olanlar yanı başındaydı. Öyleyse Mısır, silahını çekmiştir; tetiği çekip çekmeyeceğini, ya da ne zaman çekeceğini şimdiden bilemeyiz.
Ancak kesinleşen bir nokta var: Sirte ve Cufra’ya saldırı halinde Mısır, hiç bir şey olmamış gibi silahını patlatmadan kılıfına gerisin geri sokamaz. Türkiye (Trablus’taki UMH’nin bir kıymet-i harbiyesi bu koşullarda yok) Sirte ve Cufra’ya ilerlemeden duramaz.
“Ateşkes” mümkün mü? Mümkün olsa bile bu sadece savaşın kısa bir süreliğine ertelenmesi anlamına gelecek.
Yağma savaşında “ateşkes” ya da barış, ancak savaşa verilen kısa bir ara, bir mola anlamına gelebilir. Böylesi burjuva “barış”lar verili andaki güç ilişkilerine göre yapılır. Oysa kapitalist gelişme bu güç ilişkilerini sürekli değiştirir, yeni güç ilişkileri, yeni güç dengeleri kurar ve bununla birlikte eski güç dengeleri üzerine kurulu “barış” sona erer; yerini daha kanlı bir savaşa bırakır.
En azından şimdilik, bu kısa molanın verilip verilmeyeceği dahi şüpheli. Türkiye, bu savaşa petrol ve doğalgaz kaynaklarının yağması için girdi. Eli boş dönmeyi göze alamaz. Ama ileri gitse karşısında Mısır, Fransa, Rusya, BAE ve Libyalı güçler; kara güçleriyle müdahale edemeyeceği bir savaşın ağır yenilgisi onu bekliyor olacak. Savaşmadan, eli boş şekilde, tası tarağı toplayıp geri dönmeye kalksa, arkasında patlamaya hazır bir ayaklanma ve devrim bulacak. Libya’ya taşıdığı dinci faşist çetelerin yaratacağı sorunlardan söz etmiyoruz bile.
Libya halkının çektiği acıların sona ermesi, üstüne çullanan akbabaların başkentlerinde taçları yerlere yuvarlayacak devrimlerin patlak vermesiyle mümkün. Emperyalist burjuvazi ile işbirlikçi burjuva hükümetler bir devrimle yıkılmadan yağma savaşlarına son vermek mümkün değil.
Bu mümkün mü? Şüphesi olanlar, ABD emperyalizminin taşıyıcı kolonlarından gümbür gümbür gelen çatırdama seslerine kulak versinler; yeter.
Barış çağrısı ancak bu çağrıya devrimci savaşım çağrısı eşlik ederse proleter bir içerik kazanır. Bir dizi devrim olmadan demokratik bir barış isteği ancak küçük-burjuva bir ütopya olabilir. “Barış” kelimesini dillerinden düşürmeyen sosyal reformist ve uzlaşmacıların bunu anlamalarında yarar var.
Libya, son örnektir; sonuncu olmayacak!