Türkiye ve Kürdistan’da yaklaşık elli yıldır süren bir devrimci hareket; sürekli büyüyen bir devrim var.

Tekelci sermaye sınıfı, bu hareketin önünü kesmek için iki askeri faşist darbe, sayısız kitle katliamı düzenledi; burjuva gerici iç savaşa başvurdu.

Bütün bu eylem ve politikalarında emperyalist sermayenin, emperyalist devletlerin destek ve onayını aldı.

Kısacası, devrim hayaletinden kurtulmak, kabustan uyanmak için elinden geleni yaptı.

Yine de birleşik devrimi bastırmayı, devrimci hareketi ortadan kaldırmayı başaramadı. Askeri darbelerde devrimci hareket, denizdeki kütük gibiydi. Faşist devlet, devrimci hareketi bastırmak için ne kadar büyük bir ağırlıkla üstüne çöktüyse, devrimci hareket de, ilk fırsatta, daha güçlü biçimde yüzeye çıkmayı başardı.

1971 12 Mart Askeri faşist darbesini 1974’ten itibaren kabarmaya başlayan görkemli bir devrimci dalga izledi.

Tekelci sermaye sınıfı, bu devrimci dalgayı önce I. Ve II. MC faşist hükümetleriyle karşılamayı denedi ve hemen akabinde 1977 1 Mayıs katliamıyla burjuva gerici iç savaşın startını verdi. Ne yazık, örgütlü devrimci güçler bu katliamın gerçek anlamını zamanında kavrayamadı.

Burjuva gerici iç savaş, amaçlananın tersi sonuç verdi. 1978, kitlelerin devrimci hareketinin, grev ve devrimci eylemlerinin büyük bir ivmeyle tırmanmaya başladığı yıl oldu.

Sermaye sınıfı ve faşist devlet, hiç kuşkusuz, emperyalistlerin destek ve onayını alarak, önce 16 Mart, sonrasında Maraş ve Çorum katliamlarıyla bu tırmanışı durdurmaya çalıştı.

Tekelci sermaye sınıfının faşist devlet ve sivil faşist güçler eliyle yaptığı bu hamle, ateşe dökülmüş benzin etkisi yaptı. Devrim ateşi Türkiye ve Kürdistan’ın her köşesine yayıldı.

Ne var ki, devrimci parti ve örgütler, koşulların devrimci, bir devrim için son derece elverişli; devrimin pratik politika sorunu haline geldiğini ve devrimcileşmiş kitlelere iktidarı ele geçirme hedefini göstermek gerektiğini; iktidarın ele geçirilmesinin pratik bir soruna dönüştüğünü ne gördüler ne de kavradılar.

Devrimin başı yoktu.

Faşist Evren, 12 Eylül askeri faşist darbesinden hemen sonra, durumu nasıl gördüklerini şu sözlerle dile getirecekti:

“Biz yönetime el koymasaydık bu gün onlar -devrimciler- bu kürsüde konuşuyor olacaklardı.”

Tarihinden doğru dersler almayı başaramayan bir devrimci hareket zafer yüzü göremez.

Yine bir devrimci süreçten; sert bir iç savaş sürecinden geçiyoruz. 2013 Haziran halk ayaklanması ve 6-8 Ekim Serhıldanı; bu iki büyük ayaklanmayı izleyen süreç birleşik devrimin pratik politika sorununa dönüştüğünü gösteriyor.

Bir ayaklanmalar döneminden geçiyoruz. Üstelik sadece Türkiye ve Kürdistan değil, bütün dünya ayaklanmalar döneminden geçiyor. Emperyalist-kapitalist sistemin amiral gemisi durumundaki ABD’nin ayaklanmalarla sarsılması başlı başına bir tarihsel gelişmedir. Emperyalist-kapitalist sistem çöküş sürecinde.

Böylece, birleşik devrimin zaferi için sadece “ulusal” koşulların değil, uluslararası koşulların da son derece elverişli hale gelmiş olduğunu görüyoruz.

Tekelci sermaye sınıfı bu olguyu görüyor. Egemenliğini bir devrimden korumak için dinci faşist iktidara tahkimat yaptırıyor. Devletin zor aygıtlarını güçlendiriyor, yenilerini ekliyor, karşı-devrimin kitlesini silahlandırıyor.

Mesele, birleşik devrim güçlerinin, devrimci parti ve örgütlerinin de bu gerçeği görmeleri, bilince çıkarmaları ve buna uygun politikalar geliştirmeleri.

Mesele birleşik devrim güçlerinin birleşik devrimin motor gücü, karargahı, odak merkezi olarak ortaya çıkmanın zamanı olduğunu ve bunun hem tarihsel bir görev hem de tarihsel bir fırsat olduğunu görüp kavramalarıdır.

Bu gerçekleştiği zaman gerekli pratik adımlar da arkası sıra gelecektir.

Birleşik devrim, onu zafere kadar ilerletecek bir merkez karargah, bir otorite, bir motor güç olmadan tüm enerjisini burjuva egemenlik üzerinde yoğunlaştırarak onu yıkacak bir noktaya gelemez. Gelse bile birleşik devrimin meyvelerini proletarya ve müttefikleri değil, burjuva ve küçük burjuva güçler toplar. Sudan’da, Mısır’da,Tunus’ta ve daha pek çok yerde bunun örneklerini gördük.

Birleşik devrim, bu güne kadar, devrimci koşulların beslediği devrimci kitle eylemleri, gerilla mücadelesi ve silahlı mücadelenin -öz itibariyle yine gerilla mücadelesi diyebileceğimiz- diğer biçimleri tarafından taşındı. Bunlar birleşik devrimin gövdesi olarak enerjilerinden bir şey kaybetmeden ortada duruyorlar.

Ne var ki, tüm bunlar üzerinde otorite kurarak, onları iktidarı ele geçirecek şekilde bir kanalda birleştiren bir otorite, bir merkez karargah, bir güç örgütü çıkmadı.

Bütün mesele budur; bu güç örgütünü, birleşik devrimin başını yaratmaktır.

Devrimci hükümet meselesini ele almak, bu yolda atılmış en önemli adım olacaktır.