HDP’nin “demokrasi yürüyüşü”nü engellemek için iktidar günler öncesinden harekete geçti. Edirne’ye, Tekirdağ’a girişler korona virüsü bahanesiyle sınırlandırıldı, şehirlere giriş yolları askerler tarafından kesildi vb vb.

Aynı ya da benzer uygulama yürüyüşün öteki kısmının başlayacağı Hakkari’de yapıldı. Hakkari’de daha ileri gidildi ve tüm kent polis-asker ablukasına alındı. Hani iktidarın deyimiyle söyleyecek olursak “kuş uçurtulmadı”.

Dinci faşist iktidarın “önlem” adı altında uyguladığı baskı ve terörü yazmaya gerek yok; sosyal medya, burjuva basın, televizyonlar zaten naklen, canlı biçimde yazıyor, yayınlıyorlar.

Üzerinde durulması gereken nokta şu: Bu korku neden?

Normal zamanlarda sadece bir yürüyüş, ya da hadi bir protesto eylemi olarak görülebilecek bir eylem neden tüm polis teşkilatının, yetmedi askerin harekete geçirilmesine, kentlerin abluka altına alınmasına neden oluyor?

Yanıt, sorunun içinde.

Ama biz yanıttan önce bir iki noktanın altını çizmek istiyoruz: Birincisi, HDP’nin eyleminin içeriği ayrı olmak üzere, HDP, polis-asker terörü karşısında desteklenmelidir, yanında yer alınmalıdır. HDP’ye yönelik saldırı, faşizmin, dinci faşist iktidarın bir saldırısıdır. Devrimci demokratik güçler, böyle bir saldırı karşısında ne sessiz ne de tarafsız kalabilirler. Bu durumda yer alınacak saf bellidir.

Altını çizmek istediğimiz ikinci nokta şudur: Bir kez daha görmüş olduk ki, “Vekil”in dolayısıyla Meclis’in polis-asker kadar; hatta daha ileri gidersek bekçi kadar bir dokunulmazlığı, önemi, etkisi, ne dersek diyelim, yok. Belinde silahı olan bir bekçi bile bir vekili engelleyebilir. Sayısız örneğini görmüştük denebilir; doğrudur, bir kez daha anımsatmanın zararı yok.

Sorumuzun yanıtına gelince..

Yok, söylendiği gibi, dinci faşist iktidarın korkusu kurumsal bir parti olarak HDP değil. Dinci faşist iktidar, dahası faşist devlet, sadece HDP’den değil, Meclis’te yer alan hiç bir partiden korkulmayacağını bilecek kadar deneyim ve birikim sahibi.

Faşist devletin ve dinci faşist iktidarın korkusu emekçi sınıflarda, Kürt halkında birikmiş devrimci enerjinin, kin ve öfkenin açığa çıkmasıdır. Onların korkusu, herhangi bir nedenle çakacak bir kıvılcımın bütün bozkırı tutuşturmasıdır.

Bu nedenle, HDP’nin “demokrasi yürüyüşü” barut fıçısı üzerinde ateşle oynayan bir çocuğun oluşturduğu riske benzer. Göze alınacak, göz yumulacak, “bir şey olmaz” diye geçiştirilecek bir durum değil.

Burjuvazi her zaman eşeğini sağlam kazığa bağlamayı sever. Aşırı kârın sözkonusu olduğu durumlar hariç, -aşırı kâr sözkonusu olduğunda ise, işlemeyeceği cinayet yoktur- kolay kolay risk almaz.

HDP, sadece bir defa, 6 Ekim 2014’te, kitleleri sokağa çağırdı ve o çağrının hiç beklemediği sonuçlarıyla karşılaştı. Kürt halkı çağrıya uydu ve tarihe geçecek bir ayaklanma gerçekleştirdi. Hiç beklemediği bir sonuçla karşılaşan HDP, sokağa çağırdıklarını tekrar eve sokmak için akla karayı seçti.

Bunlar biliniyor.

Şimdi böyle bir çağrı yok, ama ortam kupkuru bir bozkıra dönmüş durumda. En ufak bir kıvılcımın ortalığı yangın yerine çevireceği bir ortam var. Faşist devlet, “önlem” dediği baskı ve terörü biraz gevşetirse on binlerce, hatta milyonlarca kişinin yürüyüşe katılıp Ankara’ya gideceğinden şüphe duyulmamalı. Faşist devlet ve dinci faşist iktidar da duymuyor zaten.

Üstelik, Ankara’ya akacak bu kitleler, Meclis’te “değişiklik önerileri” sunmak için değil, dinci faşist iktidarın, faşist devletin anladığı dilden konuşmak için orada olacaklar. HDP’yi baskı ve terörle engelleyen dinci faşist iktidarın önünde engellediği vekiller varsa arkasında da 2013 Haziran halk ayaklanmasının hayaleti var. O hayalet gözlerinin önünde canlandıkça polis ve jandarmaya daha saldırgan olma emri veriyor.

Asker ve polis “dokunulmaz” sanılan vekilleri yürütmüyor.

İşte böyle bir ülkede sosyal reformistlere, uzlaşmacılara, liberallere soruyoruz: Bu asker ve polis teşkilatını dağıtmadan; yani bu devleti altüst etmeden siz gerçekten demokrasinin mümkün olduğunu mu düşünüyorsunuz.

Siz aklınızı peynir ekmekle mi yediniz!

Yok, böyle bir şeye inanmıyoruz diyorsanız, emekçi sınıflara, ezilen halklara, gençliğe bunca yalanı söylemeniz neden?