Sermaye sınıfı ve onun adına devlet-siyasi iktidar ikilisi, ekonomik krizin, bütçe açığının, savaş masraflarının yükünü emekçi sınıfların, ezilen halkların sırtına nasıl yıkar?
Bu yıkma işinin pek çok aracı olmakla birlikte, esas olarak vergi yoluyla; özellikle de dolaylı vergi yoluyla demek doğru olur.
RTE, geçtiğimiz hafta, bir toplantıda yaptığı bir konuşmada sözcüğü sözcüğüne şunları söylüyor:
“Biz bu sigara müptelası olan vatandaşlarımızı çok seviyoruz. Onların sigara fiyatlarını arttıralım, belki o zaman bu işten yavaş yavaş kaçarlar diye düşünüyoruz fakat yine de kaçmıyorlar nedense? Ama biz yine vergiyi sigaraya bindireceğiz, böylece de bu yola devam edeceğiz.”
Sigara semboliktir. Devlet, akaryakıt, alkol gibi en çok ve sürekli tüketilen maddelerden dolaylı vergi olarak yüksek oranlarda gelir elde ediyor ve bütçe açığı arttıkça, esas olarak, emekçi kitlelerin tükettiği bu maddelerin vergisi de yükseltiliyor.
Faşist devlet ve -tüm önceki burjuva iktidarlar gibi- dinci faşist iktidar vergilere sürekli “bindirmek” zorundadır, başka türlü yapamaz. Bu yüzden, devlet, 2020’ye üç yeni vergi koyarak giriş yaptı. Birincisi, “dijital hizmet” vergisi; ikincisi, otel ve motel gibi yerlerde kalacaklardan “konaklama vergisi” ve üçüncüsü, fiyatı beş milyon lirayı aşan konutların değeri üzerinden alınacak “değerli konut vergisi.” Bu üç vergiyi, esas olarak, orta sınıfların haraca bağlanması olarak okuyabiliriz.
2020’ye yapılan bu girişten sonra çok şey değişti ve binlerce ürüne daha ya yeni vergi getirildi ya da vergi oranları artırıldı.
Okuru rakamlara boğmak niyetinde değiliz. Ancak konunun tüm yalınlığıyla anlaşılması için, okurun hoşgörüsüne dayanarak, bir kaç üründen alınan vergi oranlarını ve miktarlarını aktarmak istiyoruz. İşte o rakamlar:
“Alkollü içkilerde %80’i aşan, tütün ve sigara ürünlerinde ise yaklaşık %70’lik vergi yükü bulunuyor. Son 10 yılda Türkiye’nin yerli içkisi rakının 70’lik fiyatı 23 TL’den 142 TL’ye çıkarken, bu fiyatın %82,5’i dolaylı vergi olarak devletin kasasına gidiyor.”
Bu kadarı yeter ve zaten emekçi sınıflar, yoksul ve orta sınıf bu gerçeği yaşamlarında an be an hissediyorlar.
Peki, devlet ve tüm önceki burjuva iktidarlar gibi, dinci faşist iktidar, vazgeçmek bir yana, vergiyi ve özellikle de dolaylı vergiyi sürekli artırmak, RTE’nin sözleriyle söyleyecek olursak, “bindirmek” zorundadır? Peki, neden?
Çünkü, “Vergi, hükümeti emziren bir memedir.” Peki hükümet -biz buna devlet ve siyasi iktidar diyelim- nedir? Devlet ve siyasi iktidar ordudur, polistir, bekçidir, memurdur, hakimdir, savcıdır, zindan ve gardiyandır, diyanettir, imamdır. Şimdi, Suriye ve Libya’daki çetelerdir vb. diye devam edebiliriz.
Faşist devlet, bunlarda indirime gidemez. Asker, polis, bekçi, dinci faşist çete sayısında azaltmaya gidemez. Zindan, zindancı sayısında azaltmaya gidemez. “İtibardan tasarruf olmaz” dedikleri şey aslında budur; israf bunların yanında devede kulaktır.
Krizin ve savaşın maddi yükü işçi ve diğer emekçi sınıfların, ezilen halkların sırtına işte böyle yükleniyor.
Vergi işte tüm bunları emziren bir memedir ve vergiye bir saldırı bunların yemek borusuna takılan bir tıkaç anlamına gelir. Bu nedenle, dinci faşist iktidar vergiyi kutsallaştırıyor ve bu “kutsal” yükün altında bunalan geniş kitleler “kutsallık” tanımaz hale gelerek, kendilerini gittikçe devrimin kollarına atıyorlar.
Kendilerini devrimin kollarına atıyorlar çünkü, dar kafalı uzlaşmacılardan, sosyal reformistlerden ve onların ayak izlerinden milim sapmayan oportünistlerden farklı olarak, geniş kitleler, bu devlet altüst olmadan, yıkılmadan altında bunaldıkları bu yükten kurtulamayacaklarını seziyor, yaşamın kendisinden öğreniyorlar.
Burada durup, devleti yıkacak bir devrimden, bu devrimle birlikte iktidarın ele geçirilmesi hedefinden tek kelimeyle söz etmeden, emekçi ve ezilen yoksul kitlelerin önüne bu hedefi pratik politika olarak koymadan “krizin faturasını ödemeyeceğiz” diye ortalığı gürültüye boğanlara sormak gerekir: Bunu nasıl yapacaksınız?
Verebilecekleri tek yanıt, “mücadeleyi yükselterek” olabilir. Yani, boş, muğlak, hiç bir pratik anlamı olmayan soyut bir yanıt. Bu, Lenin zamanında boş laf ustalarının söylediği, “ihtiyar burjuvazinin titreyen gövdesine kazık çakmak” gibi tumturaklı ama bir o kadar da boşboğaz laflardan farksızdır.
Toplumun tüm yaşam gözeneklerini tıkayan, onu bir zar gibi saran bu asalak devletin masraflarını, savaşın ve kapitalist krizin faturasını ödememenin tek yolu, bu faşist devleti bir devrimle yıkarak halkın devrimci iktidarını kurmaktır.