Edirne F Tipi zindanında tutsak bulunan devrimci Vefa Kartal, yaşamını yitirdi. Vefa Kartal hasta bir tutsaktı ve zindancılar, tedavisini yaptırmayarak, bile bile onu ölüme terkettiler.
Bundan kısa bir süre önce de, Osmaniye zindanında tedavisi yaptırılmayarak ölüme terk edilen Sabri Kaya ile İzmir Kırıklar zindanında ölüm orucundaki Mustafa Koçak zindanlarda yaşamlarını yitirmişlerdi.
Burada isimleri tek tek sayma olanağımız yok; ancak son aylarda onlarca devrimci tutsağın tedavileri yaptırılmayarak ölüme terk edilmeleri sonucu yaşamlarını yitirdiklerini; bin üç yüz tutsağın ise aynı şekilde ölüme terkedildiklerini söylemekle yetineceğiz.
Devrimci tutsakları ölüme terk ediyor diye devlete “sitemvari” eleştirilerek yöneltmek kadar naif, anlamsız; dahası emekçi sınıflar ve ezilen halklarda yanlış bilince yol açan bir şey zor bulunur.
Konumuz değil, ama tipik olduğu için İHD İstanbul Şube Başkanı’nın açıklamasından bir cümleyi aktarmak istiyoruz. İHD İstanbul Şube Başkanı, tutsak Sabri Kaya’nın ölüme terk edilerek katledilmesi üzerine, devleti eleştirme babında, “Düşmanca bir yaklaşım sergilendiğini söyleyebiliyoruz” diyor.
İkinci ve son örneğimiz, TUHAY-DER Eşbaşkanı’na ait. Eşbaşkan da aynı konuya ilişkin, “Hükümetin hasta tutsaklara yaklaşımını bir düşman hukuku olarak nitelemek mümkün. Bu infaz yasası çıkarılırken çok belli oldu” diyor.
İHD İstanbul Şube Başkanı, faşist devletten “düşmanca” davranıştan başka ne bekliyordu ki tutsaklar ölüme terk edildi diye devlete sitemvari “eleştiri” yöneltiyor. Ya da TUHAY-DER Başkanı devletin “Düşman hukukunu” uyguladığını infaz yasasıyla birlikte mi anlıyor? Sayısız katliam, işkence anlatmaya yetmedi mi?
Ama söyledik tekrar etmenin zararı yok: Konumuz bu iki kurumun başkanlarını eleştirmek değil.
Bu üslup, uzlaşmacı, sosyal reformist, hatta kendilerine devrimci diyen pek çok yapıya egemen. Onların dilinde devrimci tutsaklar “Mapus’tur; zindanlar ise “Mapushane”dir, en iyimser haliyle söylersek “cezaevidir” yani suç işleyenlerin cezalarını çektikleri yerdir. Kavramların bilincin oluşumunda yeri işte budur. Burjuva kavramlarla düşünüp konuşmanın sonucu da böyle olur işte.
Oysa faşist devlet, soruna tam bir sınıf bakış açısıyla ve sınıf mücadelesinin bulunduğu düzeyin gerekliliğine uygun biçimde bakar. Faşist devlet, tutsak düşürüp zindana attığı devrimcilere her zaman “rehine” gözüyle bakmıştır.
12 Mart’ta Denizlerin idamı, 12 Eylül faşizminde Seyit Konuk İbrahim Ethem Coşkun ve Necati Vardar başta olmak üzere, onlarca devrimcinin idamı, Diyarbakır zindanında yapılan katliamlar, 19 Aralık katliamı vb vb saymakla bitmez katliamlar, işkenceler silsilesi hep bu yaklaşımın ürünü ve sonucudur.
İç savaş ne zaman çok şiddetli biçimlere bürünse, Kürdistan özgürlük savaşı karşısında ne zaman çok zor duruma düşülse zindanlarda tutsaklar üzerindeki baskının artırılması ve Abdullah Öcalan’ın idamının gündeme getirilmesi, faşist devletin rehine-intikam politikasını gösteren bir başka etkili örnektir.
Uzlaşmacıların, sosyal reformistlerin, kendini devrimci sananların ara sıra göreve çağırdıkları “devlet aklı” işte budur.
Devletin ana omurgasını oluşturan kurumlar hangileridir? Devlet, esas olarak ordu-polis-yargı-zindan zincirinden oluşur. Devletin diğer bütün kurumlarını, buna MİT’i, bekçisi, Meclis’i yürütmesi, maliyesi dahil, akla gelecek ne varsa hepsini, bu omurga ayakta tutar.
Devlet, sermaye sınıfının egemenliğini, bu sınıfın ekonomik ayrıcalıklarını koruyan baskı ve zor aracıdır. Bu, devletin varlık nedenidir.
Ordu-polis-yargı-zindan zincirinden bir halkayı kopardığınızda bu baskı ve zor aygıtı felç olur, görevini yapamaz hale gelir, dağılmaya başlar.
Devrimci tutsaklar için, kendilerini rehine olarak elde tutan devletten, iktidardan talepte bulunmak, özgürleştirilmelerini istemek ya da beklemek kadar naif, boş; kitlelerde devlet ve iktidar hakkında yanılsamalara, yanlış bilince yol açan, dolayısıyla kitleleri aldatan bir şey olamaz.
Devrimci tutsakların da böyle bir istemi yoktur, olamaz.
Devrimci tutsaklar, bugüne kadar ne elde ettilerse büyük mücadeleler sonucu, büyük bedeller ödeyerek elde ettiler; bundan sonrası da farklı olmayacak.
Devrimci tutsakların özgürleşmesinin tek yolu, zindanların yıkılmasıdır. Faşist devlet, tutsakların büyük mücadeleleri sonrasında geri adım atsa bile, bu geri adım, sadece geçici bir süre için ve faşist devletin, iktidarların güçlerini yeniden toparlayacağı zamana kadardır. Gücünü toparlar toparlamaz faşist devletin, iktidarların tekrar saldırıya geçtiklerini tüm zindan tarihi acı olaylarla öğretmiştir.
Tam da bu nedenle, emekçi sınıfların, ezilen halkların tek sloganı, “Zindanlar Yıkılsın Tutsaklara Özgürlük” olmalıdır.
Emekçi sınıflara, ezilen halklara, işçi sınıfına yapılacak çağrı, verilecek bilinç, zindanları yıkmak ve böylece tutsakları özgürleştirmek üzere mücadele etmek olmalıdır.