George Floyd’un ırkçı bir polis tarafından -bu arada belirtelim ki, ırkçılık Amerikan devletinde bir istisna değil, bir kuraldır, devletin bizzat kendisi ırkçıdır- katledilmesi bozkırı tutuşturan kıvılcım oldu.
Amerikan yoksulları, -sadece siyahlar değil- önce Minneapolis eyaletinde ayaklandılar. Ayaklanma, kısa sürede onlarca eyalete sıçradı. Bu satırlar yazılırken tam yirmi beş kentte sokağa çıkma yasağı ilan edilmişti. Yarın ne olacağını, ayaklanmanın ne tarafa evrileceğini kimse ne biliyor ne de tahmin edebiliyor.
Herkesin rahatlıkla görebileceği, internet üzerinden rahatlıkla öğrenebileceği şeyleri tekrar etmenin anlamı yok.
Üzerinde durmak istediğimiz nokta, bu son ayaklanma dahil, son aylarda Irak’tan Şili’ye, oradan Lübnan, Cezayir gibi ülkelere kadar, ortaya çıkan bütün ayaklanmalardan çıkarılması gereken en önemli dersleri ortaya koymak.
İki önemli ders var bütün bu ayaklanmaları kesen. Birincisi, bütün ayaklanmalar, aniden, kimsenin beklemediği bir zaman ve şekilde patlak verdi. Bunlara yedinci yılına giren Haziran -Gezi- ayaklanmasını eklemeliyiz. Özetle, koşullar bir ayaklanma için olgunlaştığında, bıçak kemiğe dayandığında, “artık yeter” noktasına gelindiğinde emekçi sınıflar, yoksul kitleler ayaklanmak için kimseyi beklemiyorlar.
Fakat üzerinde durmak istediğimiz nokta, şimdilik, bu değil. Üzerinde durmak istediğimiz nokta ikinci derstir.
İkinci önemli ders şudur: Sözünü ettiğimiz bütün bu ayaklanmalarda devrimci komünist önderlik eksikliğinin ayaklanmaların zafere, yani iktidarın fethine ulaşmamasında belirleyici bir rol oynadığını görüyoruz.
Ayaklanmalarda önderlik uzlaşmacı, sosyal reformist güçlerin eline geçmiş ise, emekçi sınıfların tarihsel devrim hakkı bir tas çorbaya değiştiriliyor. Haziran Halk Ayaklanması, kitlelerin sonuna kadar gitme kararlılığına rağmen, “Taksim Dayanışması” denen uzlaşmacılar, sosyal reformist partilerin temsilcileri tarafından böyle bitirilmişti. Sudan devrimi, aynı şekilde, uzlaşmacılar tarafından, emekçi sınıfların iktidarı ele geçirme fırsatının bir tas çorbaya değişildiği bir başka örnek oldu.
Halk ayaklanmaları, ancak, tutarlı, sonuna kadar gitme kararlılığına sahip, burjuva sınıfla uzlaşmaya kapalı, proleter karakterli devrimci komünist bir önderlik tarafından zafere kadar ilerletilebilir.
Bir halk ayaklanması, ortaya çıkmak için örgütlü devrimci güçleri beklemez ama kendiliğinden bu noktaya da gelemez. Oysa, aslolan da budur, zafere ulaşmaktır, burjuva devleti yıkarak iktidarın fethini gerçekleştirmektir. Çünkü, emekçi sınıfların, yoksulların, uğruna kanlarını akıtmayı göze aldıkları tam ve kesin kurtuluşun yolu buradan geçer.
Türkiye ve Kürdistan’da kitleleri, politika ve sloganlarıyla etkisi altına alan; kitlelerin öncülüğünü kabul ettikleri bir güç henüz yok.
Verili anın somut gerçeği böyle ya da buna yakın olsa bile bu durum değiştirilebilir ve değiştirilmelidir de. Verili an, geçicidir. Her şey değişiyor, her şey hareket halinde, her şey dönüşüyor. Verili anın somut durumunu değiştirecek olan şey, devrimci komünist güçlerin devrimci faaliyetidir.
Bu faaliyet, özellikle devrimci dönemlerde -ki bütün dünya şimdi böyle bir dönemden geçiyor- iğneyle kuyu kazmak anlamına gelmez. Çünkü, özellikle devrimci dönemlerde gelişmeler sıçramalar biçiminde gerçekleşir. Tıpkı, bir hafta önce kimsenin aklına bile gelmeyen bir olayın ABD’yi kasıp kavuracak bir yangını tutuşturan kıvılcıma dönüşmesi gibi. Tarih devrimci dönemlerde işte böyle sıçramalarla ilerler.
Buradan çıkarılacak sonuç bellidir: Leninist öncü işçilerin, gençliğin günlük faaliyeti, propaganda ve ajitasyonu, her türlü pratik eylemi, hiç bir biçimde küçümsenmemeli; bütün bu çalışma, devrimin öncüsünün hazırlanması bilinciyle yürütülmelidir.
Güncel görev devrimin merkezi odağını yaratmaktır. Attığımız en ufak adımın bile buna hizmet ettiğini, ufak sandığımız adımların devrimci dönemlerde dev sonuçlara yol açabileceğini aklımızdan çıkarmamalıyız.