Açlık, işsizlik, yoksulluk gibi yaşamsal sorunlarının kökten çözümü için geçtiğimiz yılın Ekim ayından beri sokaklara inen, ayaklanan Lübnan emekçileri, çok kısa bir aradan sonra tekrar harekete geçtiler. Ayaklanma, verilen o kısa arayı saymazsak, süreklilik kazanmış durumda. Lübnan işçi ve emekçileri, yoksulları sekiz aydır ayaklanma halindeler.
Ayaklanma, geçtiğimiz yılın Ekim ayında internete getirilen vergi üzerine patlak verdi. İnternet vergisi gerçekte bardağı taşıran son damladan başka bir şey değildi. Ayaklanma için gerekli koşullar uzun zamandan beri oluşmaya başlamıştı. Lübnan uzun süredir ekonomik ve politik krizin içindeydi. Ayaklanmanın başlaması için bir kıvılcım, bir genel bahane gerekiyordu. Ekonomik kriz nedeniyle uçan kuştan vergi almaya çalışan hükümetin internet kullanımına getirdiği vergi, bozkırı tutuşturan kıvılcım oldu.
Ayaklanma devrim şarkıları eşliğinde ilerliyor. Lübnan burjuvazisi, eski başbakan Said Hariri’yi istifa ettirerek ayaklanmanın önünü kesmek istedi. Hariri istifa etti; ama ayaklanan halk, “Birini değil, hepsini” istiyordu. Yani burjuva politikacıların tümünün sahneden çekilmesini istiyordu. Ayaklanma hız kesmedi.
Önce ayaklanmacıları destekler gibi görünen Lübnan Hizbullah’ı, çok geçmeden gerçek sınıf karakterini göstermek zorunda kaldı; ayaklanmacıların karşısına geçerek egemen sınıf saflarında yerini aldı. Çünkü, emekçi sınıflar “kökten çözüm” istiyorlardı ve bunun tek anlamı vardı: burjuva egemenliği yıkacak toplumsal devrim. Hizbullah’ın karşı saflara geçmesinin nedeni de anlamı da buydu.
Bir toplumsal devrim şimdi Lübnan’ın kapılarını çalıyor.
Ayaklanma, derin, sağlam ve güçlü köklere sahip. Ayaklanmanın Lübnan’ın en yoksul, işsizlik ve açlığın en yaygın olduğu kuzey bölgelerinden başlamış olması bunun bir emekçi sınıf ayaklanması, sınıf savaşının yeni bir boyutu olduğunu gösteriyor. Kurulan ve dağılan, tekrar kurulan ve tekrar dağılan burjuva hükümetler çaresiz. Hiçbir sorunu çözecek durumda değiller.
Ayaklanmacılardan birinin ifadesiyle, “Her şey bir yana, işsizlik, açlık, ve konut sıkıntısı hükümetin kontrolünden çıktı.”
Lübnan emekçileri yüksek politik bilince sahiptir. Lübnan emekçi sınıflarının arkasında onbeş yıla yakın süren derin ve kanlı bir iç savaş var. Bunca yıl süren iç savaş, Lübnan emekçi sınıflarında yüksek bir politik bilinç ve mücadele birikimine yol açmıştır. Şimdi hükümete, burjuva egemenliğe karşı ayaklanan Lübnan emekçileri bu politik bilinç ve mücadele birikimine dayanarak ilerliyorlar. Bir ayaklanmacının şu sözleri emekçi sınıfların politik bilinci hakkında bir fikir vermeye yeter:
“Korkmuyoruz asla, meclisin koruyucuları ayaklarımın altına.”
Ayaklanmacıların birinci hedefi, en asalak sermaye biçimi olan finans sermayenin simgesi olan bankalar. Ordu, bankaları ateşe veren ayaklanmacılara mermi ve gaz bombalarıyla saldırıyor. Ayaklanmacıların bankalara saldırmaya başlaması, ayaklanmanın daha da ilerleyeceğinin bir işareti. Hareket salt “protestocu” niteliğinden çabuk sıyrılıyor. Başbakan düşüren ayaklanmacılar şimdi kapitalist ekonominin sinir merkezlerine yöneliyorlar.
Bütün bunlar bize, Hüsnü Mübarek’i deviren Mısır devriminin gelişme çizgisini hatırlatıyor Mısır’da da gösteriler önce protestolar biçiminde başlamış sonra bir ayaklanma düzeyine ulaşarak, önce bazı devlet kurumlarını, arkasından ayaklanma tüm ülkeye yayılarak tüm devlet kurumlarını hedef almaya başlamıştı. Hüsnü Mübarek, en sonunda, işçi sınıfının da ayağa kalkmasıyla kendini zindanda bulmuştu. Bir ayaklanmacı bu duruma şöyle işaret ediyordu:
“Bu eylemlerin geçmişteki benzerlerinden bir diğer önemli farkıysa başka şehirlerde de devam ediyor olması.”
Şüphesiz, Lübnan emekçileri Mısır ya da başka bir ülkedeki ayaklanmayı tekrarlayacak değiller. Ayaklanma ve devrim Lübnan’ın kendi özgül koşullarına uygun bir gelişme çizgisi izleyecek. Bununla birlikte, zafere ulaşabilmeleri için gereken koşullar bağlamında, hemen hemen bütün ayaklanmaları kesen ortak bir çizgi var. Bu çizgi, her şeyden önce, ayaklanmayı yönetecek, konuşma yeteneğine sahip, otoritesi ayaklanmacılar tarafından kabul edilmiş, ayaklanmayı burjuva hükümetin yıkılmasına kadar götürme kararlılığına sahip bir karargah, bir devrimci merkez, deyim uygunsa bir komuta merkezi lazım. Lübnan’da en azından şimdilik böyle bir devrimci merkezin eksikliği hissediliyor.
Lübnan halk ayaklanması ya da “açların devrimi” açık ki, bir devrimci komünist partinin, kararlı bir önderliğin yokluğunun acısını çekiyor. Aynı durum bize, devrimci komünist partinin özellikle de ayaklanma sırasında nasıl yaşamsal bir role sahip olduğunu öğretiyor.
Ama şunu da biliyoruz: Derin, sağlam ve yaygın köklere sahip bir ayaklanma kendi mücadele ve iktidar organlarını hazır bulmazsa, kendisi yaratır. Bu yüzden Lübnan’da emekçi sınıfların, yoksulların burjuva egemenlik üzerinde zafer kazanacaklarından şüphe duymamız için hiç bir neden yok. Lübnan burjuvazisi ayaklanmanın koşullarını ortadan kaldırma güç, olanak ve yeteneğine sahip değil. Bu yüzden, bu gün olmazsa yarın. Ama ne olursa olsun zafer Lübnan emekçi sınıflarının olacak.
Lübnan devrimi, Ortadoğu bozkırında çakan bir kıvılcımdır ve bütün bozkırı tutuşturacaktır.