Bütün dünya gibi, Türkiye de tarihi bir dönemden geçiyor. Covid-19 bütün dünyada yeni bir döneme yol açtı. Ancak yeni dönem dünün koşullarından tümüyle farklı bir dönem değil; aksine dünün koşullarının aniden, birden bire, bir salgınla birlikte görülmemiş derecede derinleşmesi anlamında yenidir.

Bir Çinli bilim insanın dediği gibi, “salgın geleceği yakınlaştırdı.” Çinli bilim insanı bu tespitini, bilim, eğitim (örneğin uzaktan eğitim), teknolojik gelişmeler vb için yapmış olsa da, biz bu tespiti kapitalizmin koşullarına da uygulayabiliriz. Evet, salgın geleceği yakınlaştırdı.

Örneğin, kapitalizmin süregelen krizinin derin bir buhrana dönüşmesi bekleniyordu ama bunun hemen, bugünden yarına olabileceği biçiminde değil. Böyle bir dönüşümün aylar, belki de yıllar içinde gerçekleşmesi beklenirdi. Covid-19 salgını bunu bir-iki aya sığdırdı, hatta bir kaç haftaya sığdırdı. Gelecek böyle yakınlaştı.

Emperyalist-kapitalist sistemin kalıcı, yapısal bunalımı, 2008 kriz dalgasından çıkamadan derin bir buhrana girdi. Sistemin tarihinde böyle bir krizin yaşanmadığı bizzat emperyalist devlet yöneticileri, IMF gibi emperyalist kurumların tepesindekiler tarafından itiraf ediliyor. Durum bir savaşa benzetiliyor ve dahası, bu savaşın görünmez düşmana karşı verildiği ifade ediliyor. Çok açık, emperyalistler ve tüm bir dünya burjuvazisi açısından durum vahimden de öte bir felakettir.

Birkaç hafta içinde işsiz sayısı beş milyon arttı. Bütün kapitalist ülkelerde kentlerin küçük burjuvazisi ya iflas etti ya da iflas noktasına geldi. Sanayi üretimi, sanayinin bir çok dalında ya tamamen durdu ya da durma noktasına geldi. Bütün ülkelerde kapitalistler, salgın hastalık koşullarını, fabrikalar durduğunda işçileri ücretsiz izine göndermek ya da hiç bir ödeme yapmadan tümden işten atmak için bir fırsat olarak kullandılar. Yoksulluk, dolayısıyla asıl tüketiciler kitlesinin yıkımı birden bire görülmemiş boyutlara ulaştı.

Emekçi sınıflar, yoksullar, işsizler, evine bir ekmek bile götüremeyecek duruma düşenler, birden bire kendilerini dipsiz bir kuyuda bulanlar burjuva hükümetlerin, devletlerin ellerindeki tüm kaynakları, tüm olanakları kapitalistler için kullandıklarını gözleriyle gördüler. Bu olgu Türkiye’de tüm çıplaklığıyla, tüm yoksulların görebileceği yalınlıkla ortaya çıktı.

Yoksul emekçi kitleler, kendileri hastalık ya da açlıktan ölme ikilemiyle karşı karşıya iken dinci faşist iktidarın kendileri için hiç bir önlem almadığını, devletin sağlık sisteminin kofluğunu, sağlık sisteminin kendileri için değil zenginler sınıfı için varolduğunu gözleriyle gördüler.

Bu yeni koşullar emekçi sınıflarda bir bilinç sıçramasına yol açtı. Bilinç sıçramasına, yoksulluğun, çaresizliğin, açlığın verdiği öfke ve kızgınlık eşlik ediyor. Dahası, sosyal medya sayesinde bu durum bir salgın gibi hızla yayılıyor, emekçi, yoksul, ezilen, çaresiz insanları isyancı bir ruh haline getiriyor.

Öte yandan, karşı-devrim cephesine, faşist iktidar ve egemen sınıf cephesine dağınıklık, keşmekeşlik, ne yapacağını bilememe, kaos durumu hakim. Ne devlet, ne hükümet ne de egemen sınıf ne yapacağını biliyor. Bir gün aldıkları kararı ertesi gün iptal etmek; bir gün çıkardıkları yasanın ertesi gün tersini yapmak zorunda kalıyorlar. Kapitalist ekonominin krizi ve üstüne binen salgın onları kuşatmış halde. Buna Suriye, Rojava ve Libya’da giriştikleri işgal ve savaşın masrafları, sorunları, halkta neden olduğu öfkeyi eklemek lazım.

Ekonomik ve politik krizin üstüne gelen salgın hastalık krizi katmerleştirerek hem süreci olağanüstü hızlandırdı hem de kapitalist ekonominin çarklarını durdurarak yeni koşullar yaratmış oldu.

Bu yeni koşullarda devrimci öncü işçiler, Leninistler, devrimci güçler, salgın öncesinde olduğu gibi yollarına devam edemezler. Devrimin öncü güçlerinin hareket noktası, sürecin, dönemin her anının, ortaya çıkan her değişikliğin somut, bilimsel, kanıtlanabilir bir tahliline dayanmaktır. Sınıflar arası güç ilişkileri değişiyor. Küçük dükkan sahibi bu gün açık bir yıkımla karşı karşıya. Küçük tarla sahibi de öyle. Denebilir ki, kapitalizm küçük dükkan sahibini, küçük çiftçiyi dün de yıkıma uğratıyordu. Doğrudur. Ama bu günün dünden farkı, bu yıkımın görülmemiş hız ve açıklıkla gerçekleşmeye başlamış olmasıdır.

Şimdi birleşik devrim safları, bu kesimlerden akın akın gelen, birden bire yoksulluk çukuruna düşmüş, açlık ve sefaletle karşı karşıya kalan; bu yüzden zenginler sınıfına ve onların iktidarına, devletine kin ve öfke dolu yığınlarla dolmaya başladı.

Bir devrim üstümüze üstümüze geliyor! Bu devrim, binlerce olayın, çatışmanın, çelişkinin, yoksulluğun, akacak kanal arayan aç ve çaresizlerin öfkesinin ortasından doğuyor. Devrimci güçlerin, Leninistlerin, devrimci öncü işçilerin görevi, doğmakta olan bu devrimi zafere taşımaktır. Hazırlıklar buna göre yapılmalıdır.

Bu hazırlıkların başında, bir ayaklanma anında neler yapılacağına; doğacak ayaklanmanın zafere nasıl taşınacağına dair kafaları düşünce netliğine kavuşturmak geliyor. Emekçi sınıflarla, yoksul kitlelerle, Kürt halkıyla ve ezilen ulusal topluluklarla iktidar bir devrimle ele geçirilmeden kurtuluşun mümkün olmadığı açıkça konuşulmalıdır.

Sağlık sistemi, bankalar, büyük şirketler, büyük kapitalist işletmeler batıyor. Bunların toplumun sırtında bir kambur, atılması gereken bir yük olduğu bu salgın sırasında ortaya çıkmıştır. Kamulaştırılmaları gerektiği anlaşılmıştır. Ancak bu kamulaştırmayı toplum adına bu faşist devlet değil, emekçi sınıfların devrimci iktidarı yapmalıdır. Faşist devletin “devletleştirmesi” toplum adına ve toplum yararına olmaz. Burjuva faşist devletin yapacağı, “devletleştirme” emekçi sınıflar yararına değil, sadece bu kurumları zor durumdan kurtarıp uygun zamanda tekrar zenginler sınıfına devretmek içindir.

Emekçi, ezilen, yoksul, işsiz kitlelerle; Kürt halkıyla, ezilen ulusal topluluk halklarıyla daha sıkı ve daha çok bağ kurulmalı, onlara gidilmeli, onların gözüne görünür olunmalıdır. Ayaklanmanın öncülüğü için bu yaşamsal önemdedir. Birleşik devrimin bu toplumsal güçleri zor günlerde kendilerini yalnız bırakmayanları unutmazlar.