Burjuva siyasette düzeyin yerlerde süründüğünü, cehalet ve bilisizliğin tavan yaptığını şu örnekten daha iyi ne gösterebilir:

RTE konuşuyor: “Dün Sayın Putin'e de söyledim, 'Sizin orada ne işiniz var? Eğer siz üst kuracaksanız, üssü yine kurun ama şu anda orada siz, bizim önümüzden çekilin, bizi rejimle baş başa bırakın. Biz de rejimle gereğini yaparız.' Tabii ona da 'Biz çekildik.' diyemiyorlar. Menfaatleri nedir inanın bunu çözebilmiş değiliz. Yani 2-3 tane üsse, Tarsus'ta bir deniz üssü, içeride iki tane işte Lazkiye'de, vesairede üsse işte bir Hmeymimleri var bunların var meşhur, kurun, bundan bizim bir derdimiz yok.”

Düzey bu, ama dahası var. RTE, monolog biçiminde başladığı konuşmasına bir de diyalog ekliyor. RTE ile ABD Başkanı Trump arasında geçen diyaloğu RTE aktarıyor. Trump soruyor:

“Ya burada Putin'in ne beklentisi var? Ne istediği var?. RTE, yukardaki sözleri Trump’a söyledikten sonra

“Kamışlı'da bir petrol olayı bunların var. diye ekliyor. Trump bir daha soruyor:

“Orada petrol var mı?” RTE cevaplıyor

“Orada petrol var. Ama Deyrizor kadar değil.”

Bu diyalog biri bir devletin CB’si diğeri en iri emperyalist devletin başkanı arasında geçiyor. Kenar mahalle semtlerinin kahvehanelerinde, okey masasının başında bile rastlanmayacak düzeysizlikte bir konuşma..

Kapitalizmin tekelci aşaması burjuva sınıfın asalaklaştığı aşamadır. Burjuva sınıfın elde ettiği karın büyük kısmının üretim dışı faaliyetten, kupon kırpmadan, devlet tahvillerinden, borsa oyunlarından, devlete verilen borç faizinden, gecelik repolardan elde edildiği aşamadır.

Ama en önemlisi de, devletle bütünleşmiş, hükümet ve devlet bürokrasisi içinde güçlü ilişkilere sahip tekellerin, bu güce dayanarak daha küçük sermaye gruplarını mideye hiç zahmetsiz indirmeleridir. Günümüz kuşağından kaç kişi birden fazla banka, sayısız şirket sahibi Karamehmetleri ve onların Çukurova Holdingini hatırlar? En küçük çocuklarının ara sıra çıkışı olmasaydı, pek çok fabrikaya, elektrik üretim şirketine, Telsim’e bankaya sahip olan Uzanlar ailesini, kim hatırlayacaktı?

Koç’lar, Sabancı’lar, dinci faşist iktidarın çevresinde kümelenmiş bir avuç asalak daha, irili ufaklı sayısız sermaye grubunu bir gecede ve tek kuruş harcamadan mideye indirdiler. Sadece bu örnek bile, tekelci kapitalizmin kapitalist özel mülkiyeti kendi eliyle ortadan kaldırdığının tartışılmaz kanıtıdır. Ya Tank-Palet fabrikasının kuruş karşılık olmadan Ethem Sancak adındaki sonradan görmeye altın tepside peşkeş çekilmesine ne demeli? Ya da Hürriyet-Milliyet gibi dev kuruluşların bir gecede Demirören grubunun mülkiyetine geçirilmesi gibi.. Devletle bütünleşmiş tekelci kapitalizmde tekellerin büyümesinin başlıca yolları işte böyle.

Sermayenin bu merkezileşmesi, tüm bir kapitalist sınıfın “kar” elde etmesi anlamına gelmiyor. Kapitalist sınıf kendi kendisinden kar edemez. Bu şu anlama gelir ki, burjuva sınıfın işçi sınıfından zaten sızdırmış olduğu artı-değerin burjuvazinin farklı kesimleri arasında el değiştirmesi. Devletle bütünleşmiş tekelci kapitalizm aşamasında bu el değiştirme, en iri tekellerin, devlet ve hükümet üzerinde etkili olan, ekonomik bakımdan en etkili tekellerin lehine olur daima. En iri tekellerin başlıca kazanç yolları işte budur şimdi.

Bu asalaklaşma, bu havadan kazanç yolları, yaratılmış artı-değerin bu yağması burjuva toplumun tümüne ve tüm yanlarına damgasını vurur. Kazanç yollarındaki asalaklaşma kültürde, edebiyatta, sanatta, politikada, kısaca günlük yaşamın tüm alanlarında kendisini gösterir. Yozlaşma ve çürüme burjuva toplumun temel karakteristik çizgisi halini alır.

Böylece, burjuva sınıf, sersem, cahil ve kaba bir yığın”a dönüşür. Yukarda aktardığımız diyalog, kullanılan kavramlar, kelimeler, üslup, düşüncenin mantık örgüsü, Türkiye’de çürümenin yozlaşmanın, düzey düşüklüğünün boyutlarını göstermesi açısından kayda değerdir.

Tekelcilik, sadece siyasal alanda değil, toplumsal yaşamın her alanında gericiliktir; aydınlanmış toplum yerine “dindar ve kindar bir nesil” istemektir. Çünkü “burjuvazi, yığınların ahmaklığından ancak tutucu olarak kaldıkları sürece korkabilir, zekalarından ise onlar devrimci olur olmaz korkmaya başlar.” Bu yüzden tekelci sermaye sınıfı, devletin en tepesi dahil, tüm yönetim mekanizmalarına düşünen, zeki, bilgi birikimiyle dolu beyinlere değil, tam tersi beyinlere ihtiyaç duyar. ABD’de zekası alay konusu olan G.W Bush’un ya da üçüncü sınıf kovboy filmlerinin artisti Reagan’ın devlet başkanlığına getirilmesi tesadüf değildir. Açıklaması, tekelci kapitalizmin asalaklaşmasındadır. İşte bu sınıfın, tam da bu nedenlerle “becerisi, bilimi, ileri görüşlülüğü, kafa yetenekleri burnunun ötesini geçmiyor.”

Bizde, RTE’nin dinci faşist iktidarı, tekelci sermayenin hizmetindeki lümpen iktidardır; aynı anlama gelmek üzere, lümpen burjuvazinin iktidarıdır. Üslupları, konuşmaları, kullandıkları kavramlar, yaşam tarzları; her şey ama her şey buna işaret ediyor. Bunları iktidara getiren öncelikle emperyalist sermayedir, sonra emperyalist sermaye ile birlikte Türkiye tekelci sermaye sınıfıdır.

Nedeni belli: Bir devrimden korkuyorlar ve her iki ülkede, Türkiye ve Kürdistan’da, gelişen devrim karşısında, sadece cehalet ve lümpenlik serasında gelişebilen bir gaddarlığa, kıyıcılığa, acıma ve vicdan duygusu yoksunluğuna sahip birilerine ihtiyaçları vardı. Geçmişte Mehmet Ağar denen polis memuru böyle özellikleriyle düzenin bekçisi olabileceğini göstermişti ama onun aşil topuğu toplumsal destek yoksunluğuydu. Şimdiki iktidarın dinci kitlesi bu açığı kapatabilirdi ve bu bakımdan RTE ve arkadaşlarında somutunda aranan “düzenin bekçisi” bulunmuş oldu.

Emperyalistler, yerli tekeller ve borsa, devrime karşı düzene bekçilik yapacak birilerini arıyorlardı: RTE ve arkadaşlarının bu görev için biçilmiş kaftan olduğunu keşfettiler. Ama zaten başka seçenekleri de yoktu.

Onun için RTE ve arkadaşlarının kullandıkları üslup, konuşma tarzları, bilgi birikimlerinin düzeyi, mantaliteleri, her şeyleri ama her şeyleri çürüyen, yozlaşan, tel tel dökülen burjuva toplumun aynasıdır. Onlarda gördüğümüz şey burjuva toplumun kendisidir.