Bahçeli, bu nev-i şahsına munhasır faşist figür, Meclis Kürsüsünden kendi grubuna, Aktolgalı Beylerbeyi gibi haykırıyor: “Yansın Suriye, Yıkılsın İdlib, Kahrolsun Esad”. Arkasından hızını alamayarak, “Türk Milleti Şam’a girmeyi şimdiden planlamalıdır” diye buyuruyor.
Ciddiye almaya değmez denilebilir; öyledir de, bu sözler tekelci sermaye sınıfının ve faşist devletin tepesindekilerin duygularını yansıtmasaydı eğer. Ne var ki, arzulamak başka, arzuları gerçekleştirecek güç ve iradeye sahip olmak başka bir şeydir. Türkiye kendi başına, böyle bir güç ve iradeye sahip değildir. Bunu, şimdiye kadar işgal ettiği topraklara ancak Rusya ve Amerika’dan izin kopararak girmesinden de anlamak mümkün.
İdlib’de gerilim tırmanıyor. Suriye ordusu, Rusya Hava Kuvvetlerinin desteğiyle dinci-faşist çeteleri Türkiye’nin hiç ummmadığı bir hızla hallaç pamuğu gibi dağıtınca, Türkiye gizli-saklı bir şey bırakmamacasına elindeki tüm kozları açtı. Dinci-faşist çetelere destek olmaktan da öte, askerlerini onlarla birlikte çatışmalara soktu. Suriye savaşının başında Türkiye, kendi elemanlarının müdahalesini gizlemek için onları çete kılığına sokuyordu. Şimdi tersi olmaya başladı: Suriye ordusundan korumak için çetelere kendi ordusunun üniformasını giydiriyor. Türkiye çatışmaların tam ortasındadır artık.
RTE, durmadan Suriye ordusunu vurmakla tehdit ediyor. Bu tehditlere, yoğun askeri sevkiyat eşlik ediyor. Türkiye böylece gerçek bir savaş havası yaratmaya çalışıyor. “Misliyle” karşılık vereceğini ilan ediyor, Suriye ordusunu eski mevzilerine kadar geri süreceğini iddia ediyor vb vb. Tehditler havada uçuşuyor. Bu havayla, hem Suriye’yi hem de Rusya’yı baskı altına alarak Suriye ordusunun ilerlemesini, Rusya Hava Kuvvetlerinin dinci faşist çeteler üzerine bomba yağdırmasını önlemeye çalışıyor.
“Astana da, Soçi de bitmiştir” dedi. Rusya’yı şu sözlerle tehdit etti:
“İdlib’de bu bombalamaları vesaire durdurdunuz durdurdunuz, durdurmadığınız takdirde bizim artık sabrımız tükeniyor. En son Halep’ten bizim tarafa atışları var. Bunlara bir yere kadar sabrederiz, ondan sonra da biz göbeğimizi keseriz.”
Ama hemen ertesi günü yüzseksen derecelik dönüşle şunları söyledi:
“Bizim Rusya ile şu aşamada bir çatışma ya da bir ciddi çelişki içerisine girmemize gerek yok. Bunu niye söylüyorum? Biliyorsunuz bizim şu anda Rusya ile çok ciddi stratejik girişimlerimiz var.”
“Astana da Soçi de bitmiştir” sözlerini düzeltmek Çavuşoğlu’na düştü. Yine bir gün sonra, Çavuşoğlu, Astana’nın da Soçi mutabakatının da bitmediğini, ama yara aldığını açıklamak zorunda kaldı. “Bundan sonra gereği neyse yapılacak” cümlesi ise bıkkınlık verecek derecede tekrarlanıyor. Suriye hükümeti, bu tehditleri tek cümleyle yanıtladı: “Erdogan came out with empty threats to hit our army”. Türkçesi, “Erdoğan’ın ordumuza yönelik tehditleri boş çıktı.” Arkasından eklemiş: Ordumuz her türlü saldırıya karşılık vermeye hazırdır, diye.
Türkiye’nin bir savaşı kışkırttığından kuşku yok. Ama bu savaşı tek başına değil, ABD ve NATO’yu arkasına alarak yapmak istiyor; başka türlü de yapamaz. Milli Savunma Bakanı Akar, iktidarın bu düşünce ve beklentisini “NATO ülkeleri, NATO, Avrupa ve dünya, bu (Esed rejiminin İdlib’deki saldırıları) konuya daha yakından bakmalı ve ciddi, somut destek sağlamalıdır.” sözleriyle dile getirmiş.
Ama, aynı saatlerde, sanki buna yanıt olsun diye ve tam da Türkiye’ye destek beyanı için gelen James Jeffrey, İbrahim Kalın’la görüşürken, ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Robert O'Brien şu açıklamayı yapıyordu:
“İdlib’deki durum çok kötü. Esad çok kötü bir aktör. İranlılar da çok kötü bir aktör. Ruslar ve Türklerin adımları oradaki duruma yardımcı olmuyor. Fakat biz Rusların, İranlıların ya da Esad’ın tüm kötü eylemlerini durdurma pozisyonunda değiliz. Oradaki kötü durumu sona erdirecek sihirli bir şey yok (.....) Küresel bir polis olarak oraya paraşütle inip saldırıları durdurmamız mı bekleniyor?”
Bu sözleri bir dinci-faşistin anlayabileceği basitliğe indirgersek şudur: Bizden medet ummayın! Başka söze gerek var mı? Oysa, Türkiye’nin ABD’den beklentisi, saldırıları durdurmaktan da öte, bizzat saldırmaktır. NATO’nun yaklaşımı ABD’nin yaklaşımından pek farklı değil ve zaten ABD’nin onay vermediği bir NATO müdahalesi çok nadir görülmüştür. Yani NATO’dan medet ummanın anlamı yok.
Türkiye bir savaşı kışkırtıyor ama buna tek başına girişmek için ne gücü ne takati var. Üstelik Suriye ile girişeceği savaş, Rusya ve dolaylı olarak da İran’la savaş anlamına gelecek. Geriye şu kalıyor: Her şeye rağmen dinci faşist iktidar ve tekelci sermaye sınıfı bir savaşa karar verirler mi? “Hayır vermezler” diyerek onların bir çılgınlık yapmayacaklarının kefili olmak devrimci güçlere düşmez. Egemen sınıfların kendi çöküşleriyle sonlanan çılgınlıklara girişmeleri tarihte az rastlanan durumlar değildir.
Ancak şu söylenebilir: Aleyhlerine olan tüm koşullara rağmen, zayıf bir ihtimal de olsa, Suriye’ye karşı bir savaş kararı alırlarsa bunun yol açacağı en önemli ve başlıca sonuç faşist devletin ve tekelci sermaye egemenliğinin yıkım sürecinin hızlanmasıdır.
RTE’nin ve bilimum yetkilinin tüm tehditlerine, “misliyle karşılık veririz” söylemlerine, “Suriye ordusunu eski mevzilerine kadar süreceğiz” açıklamalarına rağmen Türkiye’nin böyle bir savaşı göze alamadığının işaretleri var. Dışişlerinden bir heyetin soluğu Rusya’da alacak olması böyle bir işarettir. Anlaşılıyor ki yığılan askeri güç, caydırma amaçlıdır.
Suriye, tehditlere kulak asmayacağını eylemle gösteriyor; operasyonlar hiç ara vermeden devam ediyor. Rusya, Türkiye’nin açıklamalarına rest çekerek yanıt veriyor; hava bombardımanı bir gün bile olsun kesilmedi.
Elbette tüm bunlar şu sıralar her şeyin dümdüz ilerleyeceği anlamına gelmiyor. Önce de işaret ettik, geçici molalar, her biri öncekinden çok daha kısa ömürlü olan ateşkesler, vb vb mümkün. Fakat, daha önce de işaret ettiğimiz gibi, gelişmeler Türkiye’nin ve onunla birlikte dinci faşist çetelerin Suriye topraklarından temizlenmesi yönünde ilerleyecek.