İranlı general Kasım Süleymani’nin ABD tarafından Irak’ta öldürülmesi yeni bir savaşa; dahası devletler arası bir dünya savaşına yol açacak mı? Şimdi, zihinleri meşgul eden başlıca soru budur.
Gelişmelerin şu ya da bu yanını öne çıkararak, bu soruya pek çok yanıt verilebilir. Ancak verilecek her yanıt gelişmeleri bütünlüklü ve çağın karakterini temel almadıkça tek yanlı olacak ve bu yüzden de eksik, haliyle doğru olmaktan uzak bir yanıt olacak.
Doğru ve bütünlüklü yanıt ancak çağımızın, doğru saptanmış temel karakteristik özelliğinin temel alınmasıyla mümkündür.
İki temel noktaya işaret etmek gerekir. Birincisi, insanlık tarihi, kapitalizmden komünizme geçişle karakterize olan bir evreye, yeni bir evreye girmiş bulunuyor. Bu evrenin temel özelliği, proletarya ve emekçi sınıfların “ayaklanmalar yüzyılı” olması; emperyalist-kapitalist sistemin, emperyalist hegemonyanın bir değil, bir çok yerden kırılıyor olmasıdır. ABD’nin saldırganlığının temeli burada aranmalıdır. ABD, saldırganlık ve savaşlarla bu sürecin önünü kesmeye çalışıyor.
Bağdat Büyükelçiliği’ni basma girişimi ABD’ye Ortadoğu gibi hayati bir bölgede yolun sonunu göstermekle kalmadı, Ortadoğu’dan nasıl ve kimler tarafından sökülüp atılacağını da göstermiş oldu. Dahası, Irak’lı silahlı güçler, Amerikan üslerini kuşatarak Amerikan askerlerini etkisiz hale getirme tehdidini savurmaya başladılar.
Süleymani suikastından hemen önce Irak’ta toplumun geniş bir kesimi, buna emekçi sınıfların öfkesinden korkan burjuva güçler de dahil, ABD’nin Irak topraklarından sökülüp atılmasının yollarını tartışmaya başlamışlardı. Büyük bir ayaklanmanın tam ortasında, ayaklanma sürüp giderken ABD’nin Irak’taki varlığının tartışılması ABD açısından tehlikenin büyüklüğüne ve ciddiyetine dair bir işaretti. Irak topraklarından sökülüp atılmak, ABD hegemonyasının çöküşünün resmen ilanı olur. Bağdat büyükelçiliğinin kuşatılıp işgalle tehdit edilmesi, ABD’ye 1979 Tahran Büyükelçiliği baskını kabusunu yaşattı.
ABD, tüm bu gelişmelerden İran’ı sorumlu tuttuğu için, savaş ilanı anlamına gelecek şekilde, Kasım Süleymani suikastıyla yanıt verdi. Belki de daha önemlisi, ancak Kasım Süleymani’nin gölgesinde kaldı için sözü pek edilmeyen, Haşd el Şabi’nin komutanının öldürülmesi oldu. Çünkü, Ebu Mehdi El mühendis’in öldürülmesinden sonra, Irak’lı tüm milisler, ABD’yi Irak’tan söküp atmak için ellerinden geleni yapacaklar; yapmak zorundalar.
Tüm dikkatler İran üzerinde ama asıl fırtına ABD’nin -ve varsa öteki emperyalist devletlerin- Irak’tan sökülüp atılması sürecinde kopacak. ABD, askeri yönden ne kadar güçlü olursa olsun, Irak emekçi sınıflarının ve proletaryasının gücü karşısında çaresizce tası tarağı toplayıp çekip gitmek zorunda kalacak. Tıpkı 1982’de Lübnan’dan çekip gittiği gibi. Fakat sonuçları bakımından Lübnan hezimeti gibi olmayacak. Irak’ta uğrayacağı hezimet, ABD ile birlikte emperyalist-kapitalist hegemonyanın çöküşünün resmi ilanı olacak. ABD’yi Kasım Süleymani ve Ebu Mehdi El Mühendis gibi iki önemli figüre suikast düzenleyecek kadar aklını başından alan mesele budur.
ABD, Irak topraklarından sökülüp atılmayı engellemek için, bir güç gösterisi olarak, suikaste başvurdu. Fakat attığı adım, tam tersi sonuçlar vererek Irak’tan atılma sürecini hızlandırmaya başladı bile. NATO, Irak’taki eğitim faaliyetlerini askıya aldı; ABD tüm vatandaşlarına Irak’ı terketme çağrısı yaptı.
Bu süreçte İran, Irak ve bölge ülkelerinin proletaryası nasıl bir yol izlemeli?
İran burjuvazisi ve dinci gerici iktidar, anti-Amerikan havayla işçi ve emekçi sınıfların desteğini alma operasyonuna başladı bile. Irak’ta ise durum biraz daha farklıdır. Irak’ta büyük burjuvazi anti-Amerikan bir safta bulunamaz. Bu ülkenin büyük burjuvazisi ve onun politik temsilcileri, ABD’ye bağlılık ve sadakati sık sık ifade etmek zorundalar; ediyorlar da.. Ancak burjuvazinin bir kısmı, İran’la bağlantılı kesim için durum farklıdır ve bu kesim milis güçler sayesinde belli bir etkiye sahipler.
Bununla birlikte, Irak’ta ABD ve işbirlikçi burjuvaziye karşı savaşın başını Irak proletaryası ve emekçi sınıfları çekiyor. Irak burjuva güçlerinden bir kısmı, emekçi sınıflardan tecrit olmamak ve olası bir zaferin üzerine konmak için şimdiden Irak emekçileriyle birlikte ABD emperyalizmine karşı savaşacaklarını açıkladılar.
Bu toz-duman içinde proletaryanın ve emekçi sınıfların doğru devrimci yolu bulmaları, kendi bağımsız sınıf çıkarlarına sıkı sıkıya bağlı kalmalarından geçiyor. Bu yol işçi ve emekçi sınıfları burjuva sınıfın yedeğine düşmekten kurtaracak yoldur.
Her iki ülkede son aylarda ortaya çıkan ayaklanmalar, bu ülkelerde devrimci durumun varlığının ve devrimin pratik bir sorun haline geldiğinin tartışmasız göstergeleridir. ABD emperyalizminin bu ülkelerden ve Ortadoğu’dan sökülüp atılması, devrimi, proletarya ve emekçi sınıfların politik ve ekonomik iktidarı ele geçirmesinin koşullarını çok daha uygun hale getirecektir. İşçi sınıfı ve emekçiler, emperyalizme karşı mücadelenin tek tutarlı ve sonuna kadar gitme yeteneğine sahip güçlerdir.
İşçi sınıfı ve emekçiler Özel olarak ABD’ye, genel olarak emperyalizme karşı mücadeleyi sonuna kadar götürmeliler ama bunu burjuva sınıfın yedeğine düşmeden, onunla uzlaşmadan, burjuva sınıfla “kaynaşmadan”, burjuva sınıfa karşı devrim mücadelesinden bir an olsun vazgeçmeden yapmalılar. Aksine, İşçi ve diğer emekçi sınıflar, yoksullar kendi cephelerinden emperyalizme karşı mücadele ederlerken aynı zamanda burjuva sınıfın ABD’ye ve diğer emperyalistlere karşı mücadelede tutarsızlıklarını, yalpalamalarını, zayıflıklarını, kararsızlıklarını vb. teşhir etmeyi bir an olsun unutmamalılar.
Özellikle İran’da Halkın Fedaileri’nin, TUDEH’in 1979’da işledikleri hataya, dinci gericileri anti-emperyalizm adına desteklenmeleri hatasına düşülmemelidir.
Emekçi sınıfları, proletaryayı devrime, tam kurtuluşa götürecek yol budur. ABD emperyalizmi, son eylemiyle bu yolu sonuna kadar açmıştır.
ABD emperyalizmi, son eylemiyle kendisinin Ortadoğu’daki varlığının sonunu getirmekle kalmadı ama emperyalist-kapitalist hegemonyanın çöküşünü; emperyalist-kapitalist zincirin pek çok halkadan kırılmasını da hızlandırdı.