UZLAŞMACI SİYASETİN SEFALETİ

 

Kürt halkından gelen baskı sonucu, uzlaşmacı partinin Meclis ve Belediyelerden çekilebileceğini düşünenler fena yanıldı.

Uzlaşmacı partide Meclis ve Belediyelerde kalma “kararlılığı” vardı. Hakkını vermek gerekirse, ÖDP anlayış ve zihniyetinin egemen olduğu bu parti, bu konuda son derece “kararlı” olduğunu önceden açıkça göstermişti. Böyle ifade etmemişti ama, “Partimizin gündeminde Meclis ve Belediyelerden çekilmek yok” diye önceden, “perşembenin gelişini çarşambadan” belli etmişti.

Yine de, Kürt halkının özellikle yoksul kesimlerinden gelen “oralarda ne işimiz var” isyanını ciddiye alır gibi yaptı ve göstermelik bir toplantı düzenledi. Fakat henüz toplantı yapılmamışken, “karar verildi, Meclis ve Belediyelerden çekilinmeyecek” diye bir haber, sosyal medya üzerinden yayıldı. Toplantıda “çekilme” yönünde bir karar çıkmasının önü önceden kesiliyordu böylece.

Kabul etmek gerekir ki, -öncelik/üstünlük tanımadığımız için oportünistler alınmasın ama- politik ayak oyunlarında sosyal reformistlerin üzerine yoktur.

Uzlaşmacı partinin Meclis ve Belediyelerden çekilme ihtimalinin bile egemen sınıfta nasıl bir korku ve paniğe yol açtığını görmek için, Hasan Cemal ile Fehmi Koru adındaki iki gazete yazıcısının tepkisine bakmak yeterli olacak.

Ardına tekmeyi yediği ana kadar burjuva basında RTE’yi “sol”dan destekleyen, “yetmez ama evet”çi H. Cemal, uzlaşmacı partinin “çekilme” ihtimali karşısında kapıldığı korku ve panik halini şöyle açığa vuruyor:

“Gelinen bu noktada, kendisine karşı uygulanmakta olan bütün bu baskı, zulüm ve siyasal kırım konusunda HDP ne yapmalı?
HDP bugüne kadar siyaset sahnesinde kazanmış olduğu tüm mevzileri terk mi etsin?
Sine-i millet‘e mi dönsün?
Bir başka deyişle:
Meclis’ten çekilsin mi? Belediyeleri bırakıp gitsin mi?

Ben bu görüşte değilim.”

Sadece Hasan Cemal değil, uzlaşmacı partinin yönetimi de, tekelci sermaye sınıfı da, dinci faşist iktidar da “bu görüşte değil”di. Abdullah Gül’ün mabeyni Fehmi Koru, Hasan Cemal’le aynı görüşteydi:

“Ancak tepkinin ‘sine-i millete dönmek’ aşamasına vardırılması bana da pek uygun bir siyasi tavır gibi gelmiyor.

Ara seçimi zorlayabilirler bu formülle, görevden alınanlar ile kendi boşalttıkları belediye başkanlıkları için de o arada seçim yapılabilir; ama işte o kadar…”

Yıllarca MHP’ye hizmet ettikten sonra dinci faşist partiye yanaşan bu faşist, uzlaşmacı partiye sınır çiziyor, nereye kadar ilerleyebileceklerini ve nerede durmaları gerektiğini söyleyecek küstahlığı gösterebiliyor.

Uzlaşmacı partinin yönetimi, hiç bir şey bilmiyorsa, düzenin bu iki adamının sözlerinin tersini yaparak yürümeleri gereken yönü bulabilirlerdi.

Fakat onların derdi, düzenle, dinci faşist iktidarla kapışmak değildi. Böyle olunca, Kürt halkının devrimci çağrısına, insanların aklıyla alay edercesine “erken seçim” çağrısıyla yanıt verdiler. Üstelik bu “erken seçim çağrısı”nı, büyük bir pişkinlikle “meydan okuma” biçiminde sunarak.

Gerçekten de ortada bir meydan okuma vardı. Ama bu meydan okuma, dinci faşist iktidara ve düzene değil, Kürt halkına karşı bir meydan okumaydı.

Bu, çok açık bir durumdu. Çünkü, Kürt halkı, “erken seçim” filan değil, Meslis’ten ve Belediyelerden çekilmeyi dayatıyordu. Kürt halkının bu isteğini görüşmek üzere sözümona toplantı düzenleyen uzlaşmacı parti, toplantıdan bu isteğin tam karşıtı bir çağrıyla çıkıyor. Kürt halkı, “bu Meclis ve Belediyelerde artık işimiz yok” diyor; uzlaşmacı parti, “peki, tamam, o zaman bu meclis ve belediyelere bir daha girmenin yoluna bakalım” diye yanıt veriyor.

Ama bu yanıtı sade sözlerle değil, muhataplarıyla alay edercesine, dinci faşist iktidara karşı bir kükreme, bir meydan okuma olarak piyasaya sürüyor. Aslan postu altında yapılan bu kükreme, dinci faşist iktidar üzerinde bir kedi miyavlaması etkisi gösterdi ve konuşma özürlü faşist, “2023’teki seçimlere hazırlanın” diye sakin bir yanıt verdi. Yankısı, gökyüzünde yiten bu meydan okumayı, ikinci bir açıklama izledi. Ama ikinci açıklamanın yankısı, bırakalım gökyüzünde yitmeyi, mikrofonlarda bir cızırtı etkisi bile yaratmadan söndü gitti.

Dinci faşist iktidar oralı olmadı.

Peki, uzlaşmacı partinin üzerine titrediği ve hiç bir biçimde terketmek istemediği, biraz abartıyla söylersek, kahramanca savunduğu şu Meclis nasıl bir şeydi? Bu sorunun yanıtını biz değil, uzlaşmacı partinin yıllarca yöneticiliğini yapmış biri, S.S. Önder’in sözleriyle verelim. S.S Önder, yeni de değil, bundan tam dört yıl önce Meclis’in durumunu şöyle tarif ediyordu:

“Bizim fiilen siyaset yaptığımız da söylenemez; engel olamıyoruz, siyasi mekanizmalarla bu baskıyı azaltamıyor, teşhir de edemiyoruz. (....) “İnsanların görmediği şu; Meclis kalmadı ortada, AKP, CHP, MHP diye bir parti yok. Eğer insanlar Meclis diye bir şey görüyorlarsa HDP de burada bir karşı çıkış gerçekleştirsin”

Suriye’ye, Irak’a girmek için tezkere istiyorlar, Meclis’te bir tartışmayı bile kabul etmeyen, göze alamayan bir iktidar-devlet yapısı var. Tek bir kişinin ağzına odaklanmış bir sistem  var. Meclis’i kale almayan bir yetki tüm ülkeyi zapturapt altına almış durumda”

“...... 50 veya 150 kişi olmak arasında da çok büyük farkı yok. Tekrar tekrar söylüyorum; artık bu ülkede Meclis yok!”

Belediyeler hakkında bir şey söylememize gerek yok. Onlara Süleyman Soylu bakıyor.

Meclis’in yokluğunu açığa vuran sözler 2015 yılında söylenmiş. Aradan geçen zamanda meydana gelen gelişmeler, S.S.Önder’in ifade ettiği koşulları ortadan kaldırmak bir yana, daha da derinleştirdi.

Sosyal reformistlerin “mevzi” dedikleri şey, kokuşmuş bir ceset ve işe yaramaz bir çukurdan ibaret. Orada “50 ya da 150”, hatta 300 kişi olsan ne olur olmasan ne olur! Uzlaşmacı partinin sakallısı, hükümet kurma işini kendisine vereceklerini mi düşünüyor?

Kürt halkına bu gerçekler en yalın, en çıplak haliyle anlatılacağına, “iktidarı yıkmak için erken seçim” çağrısıyla Kürt halkını aldatmaya, oyalamaya çalışıyorlar.

Dayandığı, güç aldığı bir halkın istem ve özlemleriyle bu derece zıt noktalarda olmak, bir partinin politikalarının sefaletinin kanıtıdır.

Dinci faşist iktidarın ve faşist devletin Kürt halkına karşı dört koldan bir imha savaşı yürüttüğü koşullarda “Meclis’ten ve belediyelerden çekilme” çağrısına, “erken seçim ve erken seçimle iktidarı yıkma” çağrısıyla yanıt vermek, politik iflasın ilanıdır.

Uzlaşma siyaseti bu dip noktaya vurmuş durumda!