Merkezi, ağırlık noktası Suriye olan; ama Suriye ile sınırlı olmayan, aksine dünya yüzeyine yayılmış bir dünya savaşı içindeyiz. Yeni de değil. Leninist Parti, yaklaşık yirmi yıl önce, 11 Eylül provokasyonuyla ABD’nin bu savaşı başlattığını duyurmuştu. O zaman hiç kimse böyle bir şeyi ne düşünüyor ne de aklına getiriyordu.

Şimdilerde, Türkiye ve Kürdistan devrimci güçlerinden bazıları yaşanan sürecin bir “dünya savaşı” olduğunu görüp kabul ediyor. Ama bir farkla: Bu güçler, sürecin bir “dünya savaşı” olduğu sonucuna bilimsel bir yaklaşım, yani sınıflar arası ilişkiler ve tarihsel sürecin geldiği aşamayı doğru tahlil ederek değil, yüzeysel bir yaklaşım sonucu ulaşmış görünüyorlar. Sadece çatışmaların genişliğine, yaygınlığına ve şiddetine bakarak bu sonuca ulaşıyorlar. Bu nedenle, eski kavramların esiri olarak, bunun yeni bir “emperyalist paylaşım savaşı” olduğunu düşünüyorlar.

Oysa bu dünya savaşı, önceki iki dünya savaşından farklı olarak, bir paylaşım savaşı değil, emperyalist-kapitalist dünyanın dünya işçi sınıfı ile ezilen halkları ve devrimci güçlerine karşı açtığı bir karşı-devrim savaşıdır. Savaşın bu karakter özelliğinden dolayıdır ki emperyalistler, dünya burjuvazisi, her yerde işçilerin ve ezilen emekçi halkların ayaklanmalarına karşı “birlik” içinde hareket ediyorlar.

Savaşın cepheleri, birinci dünya savaşından farklı olarak iki emperyalist kamp değil. Aksine, bir tarafta toplumsal devrimin güçleri, diğer tarafta dünya burjuvazisinin karşı-devrim güçleri. 

Savaşın yüzeyi tüm dünyadır; etkileri de tüm dünyayı kapsıyor. ABD ve onu takip eden emperyalistlerin başlattığı savaşın bu özü, bugün emperyalist politikaları anlamanın ve çözümlemenin de anahtarıdır.

Dünya savaşı, NATO’nun, 90’lı yılların sonunda Seattle Ayaklanmasından sonra, yüzyılımızı “ayaklanmalar yüzyılı” olarak tanımlayıp tespit etmesinin doğrudan sonucudur. Emperyalist-kapitalist sistemin silahlı gücü olarak NATO bu tespiti yaptıktan sonra, işçilerin, ezilen halkların anti-kapitalist, anti-emperyalist ayaklanmalarına dış savaşlar, gerici iç savaşlar çıkararak; dünyanın dört bir tarafında dinci-faşist çeteler örgütleyip halkların üzerine salarak; her yerde faşist baskı, şiddet ve terörü artırarak yanıt vermeye başladı. İkinci adım olarak, özellikle Ortadoğu’da varolanlara ek, yeni “karşı-devrim merkezleri” oluşturma planına girişti.

Türkiye ve İsrail, Ortadoğu’da iki karşı- devrim merkezi olarak zaten vardı. Bu iki karşı-devrim merkezine Suriye’yi de katmak üzere dinci faşist çeteleri -başlangıçta Müslüman Kardeşler denen çeteleri; bunlarla sonuç alınamayacağı ortaya çıkınca dünyanın tüm dinci faşist çetelerini- toplayıp ayaklandırdılar. Amaç, Suriye’de dinci faşist bir iktidar kurarak başta Rusya olmak üzere dünyanın her köşesine buradan dinci faşist ihraç etmekti. Bunun, ayaklanmaları bastırmak için emperyalistlerin elinde nasıl güçlü bir silah olacağı kolayca anlaşılır.

Buradan hemen şu basit ve hemen anlaşılır sonuçları çıkarabiliriz: Birincisi, Suriye savaşı, sonradan yolundan saptırılmış bir “halk ayaklanması” filan değil; daha baştan emperyalistlerin İsrail’le birlikte planladıkları; Katar, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri’nin finansörlüğünü ve lojistiğini üstlendiği; Türkiye ve Ürdün’ün -Ürdün sonradan geri çekilse de başlangıçta böyleydi- yükleniciliğini aldığı bir projedir. Emperyalistlerin ve tüm gericiliğin bu plan/proje için Suriye halkının Baas Rejimine duyduğu öfkeden yararlanmış olmaları ne gerçeği değiştirir ne de bu savaşa bir “halk ayaklanması” özelliği kazandırır.

İkinci nokta; ABD ve diğerlerinin Suriye’ye ilgisi, petrol kaynaklarına el koyma değildir. Bu olsa olsa ikinci, üçüncü derece rol oynayan bir neden olabilir. ABD, dişinin kovuğunu doldurmayacak petrol kuyuları için bunca askeri harcamayı ve riski göze almış değil, almaz da. ABD ve diğer emperyalistlerin asıl amacı Ortadoğu’ya sağlam biçimde ayak basmak ve yerleşmek. Türkiye ve İsrail’in yanı sıra Suriye’de oluşturulacak bir askeri varlık, hem İsrail’in güvenliği hem Rusya ve İran’ın kuşatılması ve hem de tüm Ortadoğu’ya rahatça müdahale koşullarının yaratılması bakımında büyük bir olanak olacak. Petrol, bu konuda ancak amaca ulaşmanın, yani Suriye hükümetinin boğazını sıkmanın bir aleti olarak görülebilir; savaşın nedeni değil.

Üçüncü nokta; Suriye’de yürüyen savaş, bir paylaşım savaşı değil; emperyalistlerin, dünya emekçi halklarının ayaklanmalarına karşı kullanabilecekleri bir karşı-devrim odağı oluşturma ve dinci-faşist üretim merkezi kurma savaşıdır. Emperyalistler, bugüne kadar IŞİD dahil, dinci faşist çeteleri kullanarak amaçlarına ulaşamadılar -kabul etmek gerekir ki, Rusya’nın askeri müdahalesi olmasaydı şimdi Şam’da dinci-faşistlerin şeriat bayrağının dalgalandığını görüyor olacaktık. Hedef ve amaçlarına işte bu derece yaklaşmışlardı- ve ulaşamayacaklarını anlamış görünüyorlar. Bunun üzerine Türkiye doğrudan askerlerini ve çetelerini sokarak duruma müdahale etmiştir. Elbette bu konuda Türkiye’nin kendi çıkarları da sözkonusudur, ama bu ikinci plandadır. ABD ve diğer emperyalistlerin Türkiye’ye işgal yolunu açmalarının nedeni budur. Kimse sahne önündeki tiyatroya aldanmamalı. Türkiye, Rojava işgalini ABD ve diğer emperyalistlerin izni, onayı ve desteği ile gerçekleştirmiştir. Kürt halkına cehennemin kapısını açan ABD’dir; bu gerçeği, iflah olmaz ABD’severler dışında herkes; sokaktaki insan dahi biliyor ve kabul ediyor.

Son günlerde çıkan, NATO’nun Türkiye’nin Rojava’da işgal ettiği topraklara “güvenli bölge” için asker göndereceği haberi bu manzarayı hem tamamlıyor hem de değerlendirmemizin doğruluğunu tartışmasız biçimde kanıtlıyor. NATO, bu planını hayata geçirebilir mi, bilemeyiz. Ama şunu biliyoruz: Ortadoğu’da, Suriye’de sayısız iradenin çarpıştığı bu topraklarda gelişmeler hiç bir zaman bir tek gücün isteği ve planları doğrultusunda ilerlemez. Rusya, İran ve ABD’nin gerçek yüzünü gören Kürt halkının iradesi bu konuda önemli bir rol oynayacaktır.

Yine de belli olan, tüm yalınlığıyla ortaya çıkan olgular var. Bunların başında, Türkiye’nin NATO’ya, Rojava topraklarına ayak basması için gerekli zemini hazırladığıdır. Türkiye’nin Rojava işgalini sadece Türkiye’nin işgali olarak görmek büyük bir yanılgıdır. Türkiye’nin işgali, aynı zamanda NATO’nun işgal topraklarına girmesi demektir. Şimdi bunun resmileştirilmesi çabasıyla karşı karşıyayız.

Şurası artık yeterince açık: Türkiye, kendisine Rojava’yı işgal yolunu açan ABD ile sıkı ve sadakat ilişkisi içindedir. ABD’nin sağlam müttefikidir. Sadece ABD ile de değil. NATO ve diğer emperyalistlerin de, son tahlilde, sıkı ve sadık müttefikidir. Ne emperyalistler Türkiye’den vazgeçecekler ne de Türkiye emperyalistlere sırtını dönecektir. Dolayısıyla, emperyalist sırtlanların Rojava’daki varlıkları, başka şeylerin yanı sıra, Türkiye’nin işgalini pekiştirme, işini kolaylaştırma amaçlıdır.

Rojava halkları, Kürt halkı bu sırtlanları topraklarından kovarsa ve kovduğunda özgürlük yolunu sonuna kadar açacaktır.

Taylan Işık