Görünüşe göre, HDP’nin tüm belediyelerden ve Meclis’ten çekilmesi konusu, hiç beklenmedik bir zamanda, Kürdistan halklarının ve Türkiye emekçi sınıflarının gündemine düştü. Gerçekten de bu tartışma ya da konu hiç beklenmedik biz zamanda ve alakasız koşullarda gökten zembille mi düşmüştü?
Elbette değil!
Yine görünüşe göre, tartışmalar -en azından basına yansıdığı kadarıyla- önce Sırrı Sakık’ın “HDP bütün belediyelerden çekilmelidir” açıklamasıyla başladı. Bu açıklamayı, Avukat Eren Keskin’in “HDP Meclis’ten de çekilmelidir” açıklaması izledi. Bu açıklamaları Selahattin Demirtaş’ın avukatı “Fiilen tasfiye edilen/edilmek istenen bir HDP var. HDP’nin elinde ise toplu istifa ederek ara seçim ile hodri meydan deme imkânı var. TBMM istifaları kabul eder ve ara seçim olursa ne ala: Yeni bir çıkış olabilir. Kabul etmezse, iktidarın tasfiye politikası ifşa olur” sözleriyle tamamladı.
Ne oldu da, böyle birden bire, her taraftan “Belediye ve Meclis’ten çekilme” çağrıları gelmeye başladı. Gerçekte “birden bire” olan bir şey yok. Her şey bu açıklamalarla da başlamış değil. Tartışmanın kaynağı, Kürt halkının, Kürdistan halklarının giderek berraklaşan devrimci bilincinin yarattığı baskının artık karşı konulmaz boyutlara varmış olmasıdır.
Dinci faşizmle, mevcut iktidarla ve bu iktidar üzerinden düzenle, burjuvaziyle uzlaşma politikası izleyenler devrimci bilinç ve devrimci eylem isteği her geçen gün güçlenen Kürt halkını yakın zamana kadar sahte vaatlerle, yalanlarla, gerçekleşmeyeceği apaçık olan düzen içi hedeflerle oyalamış; bu sayede sandık başına götürebilmiş, CHP’nin peşine takabilmişlerdi.
Neler yoktu ki bu vaatler arasında. “AKP-MHP İktidarını süpürmek”ten tutalım da, bu iktidarı seçimle “geriletmek” hatta yıkmaya kadar, her şey vardı. Elbette, devrimci iktidar ve devrim hariç! Düzen içinde kaldıkları sürece, seçim-sandık yoluyla yapamayacaklarını bildikleri her şeyi vadetmekten çekinmediler.
Oysa tam da bu sırada Leninist Parti, seçimlerin beş paralık değerinin kalmadığını, sadece Türkiye’de değil, emperyalist-kapitalist ülkelerin büyük çoğunluğunda bunun bir olgu olduğunu somut örneklerle kitlelere anlatıyorlardı. “Sandıkla Gitmeyecekler” dedik. “Halklara, emekçi sınıflara yalan söylemeyin, belediyelerin iktidarı düşürme gücü yok" dedik. “Belediyeleri kazansanız da size vermeyecekler” dedik. Dahası, “genel seçimlerde çoğunluğu kazansanız da hükümeti size vermezler, vermeyecekler” dedik, sözlerimizin somut kanıtlarını gösterdik.
Reformistler, uzlaşmacılar, liberaller ve bunları bir adım arkadan takip eden tüm oportünist hareketler, Leninistlerin devrimci sesini bastırmak, kitleleri bu devrimci sesten “korumak” için neler yapmadılar ki? “Belediyeleri kazansak fena mı olur” türünden yavan ve bir o kadar da dar kafalı savunulardan tutalım da “sosyalist yaşam örneği oluşturmak” gibi sahte vaatlere kadar, akıllarına gelen ne varsa hepsiyle kitlelerin aklını çelmeye çalıştılar.
Kitleleri, her kritik anda AKP’nin payandalığına soyunan CHP’yi desteklemeye çağırdılar. Kürt halkı, bu burjuva kuyrukçusu siyaseti kabul etmiyordu. Yine de “bağrına taş basarak” öncü diye bildiklerinin ısrarlarını kırmayıp hem genel, hem de yerel seçimlerde sandık başına gittiler. Dahası, AKP-MHP iktidarını yıkmak, olmadı geriletmek umuduyla CHP’yi doğrudan, İYİ Parti gibi faşist kırması bir partiyi dolaylı biçimde desteklemeye razı oldular.
Ama sonuçta uzlaşmacılar, küçük burjuva uzlaşmacı parti içinde farklı kılıklara girerek köşebaşlarını tutan sosyal reformistler, yolun sonuna gelmiş bulunuyorlar. Kürdistan halklarının, özellikle de Kürt halkının dinci faşist iktidara, faşist devlete karşı, devrimci eylem, devrimci politika isteği; bu isteğin yarattığı devrimci baskı etkisini göstermeye başladı. “Belediyelerden ve Meclis’ten çekilmek” isteği işte bu baskının sonucudur. Kürt halkı, uzlaşmacıların hatırına da olsa bir daha taşı bağrına basmak değil, düşmanın kafasına fırlatmak istiyor.
Küçük burjuva uzlaşmacı partinin sözcüsü, Kürt halkının baskısı sonucu ifade edilen bu isteğe karşı hemen “gündemimizde ne belediyelerden ne de Meclis’ten çekilmek yok” diye açıklama yaptı. Tartışmaların dallanıp budaklanmasını; geniş kesimlere yayılmasını istemediği belliydi.
Dinci faşist iktidar, baskı ve terörünü giderek şiddetlendiriyor. Kürt halkının seçtiği belediye başkanlarının çoğunu görevden almakla kalmadı, aynı zamanda zindana da attı. Tutuklamalar, ağır zindan cezaları aldı başını gidiyor. Dinci faşist iktidar ve faşist devlet, bu politikalara, keyfi tercihten değil, egemenliklerini korumak için başka bir yol kalmadığı için başvuruyorlar.
Türkiye, hem bir iç savaş hem de şimdi gerçek bir dış savaşın tam ortasında. Bu koşullarda düzeni ayakta tutmak için baskı ve terörden; bu yöntemlerini iki ülkenin halkları üzerinde her geçen gün şiddetlendirmekten başka yol yok. En ufak bir gevşemenin kendi sonlarını getireceğini onlara akıl vermeye çalışan uzlaşmacılardan çok daha iyi biliyorlar. Bu yüzden gevşeyemezler, gevşetemezler.
Birleşik devrim ise Kürdistan ve Türkiye emekçi sınıflarını, ezilen halklarını eğitiyor, bilinçlendiriyor; onlarda faşizme ve kapitalizme karşı devrimci eylem isteğini, kesin kurtuluş özlemini güçlendiriyor.
İşte bu koşullar uzlaşmacı siyasetin zeminini ortadan kaldırıyor; bu siyaseti izleyen parti ve hareketleri çöküşe, politik iflasa mahkum ediyor.
Söylediklerimizin pratik tezahürü, belediyelerden ve Meclis’ten çekilme isteğinin bu derece güçlü biçimde uzlaşmacı partinin karşısına çıkmış olmasıdır. Uzlaşmacı partinin kitlelerin bu isteğini alelacele reddetmesi sorunun özüne ilişkin bir şey ifade etmez. Uzlaşma yolunda ısrar etmesi Kürt halkından, Kürdistan ve Türkiye halklarından kopuşunu hızlandırmaktan başka bir sonuca yol açmaz.
Dün, kesin kurtuluş özlemi içindeki kitleleri sahte vaatlerle oyalayabiliyorlardı. Toplumun uzlaşmaz güçleri arasındaki çatışmanın şiddetlenmesiyle bu zeminlerini de kaybettiler.