Tunus, Mısır, Sudan, Irak, Lübnan, Şili, Ekvator, Haiti, Panama derken her gün bir başka ülkede emekçi sınıfların, açların, yoksulların, gençliğin ayaklanmalarına uyanır olduk. Yarın hangi ülkede, hangi nedenden yeni bir ayaklanmanın patlayacağını kimsenin tahmin edemeyeceği koşullardayız.
Ayaklanmaların ne zaman ve nerede patlak vereceğini bilemediğimiz gibi hangi gerekçeyle, ya da daha uygun bir ifadeyle, hangi bahaneyle ortaya çıkacağını bilmek de mümkün değil. Şili emekçi sınıfları ve gençliği, “metro biletleri”ne yapılan zam nedeniyle, Lübnan emekçileri ve gençliği “whatsapp”a getirilen vergi nedeniyle ayaklandılar. İktidarın yıkılmasıyla sonuçlanan Tunus’taki ilk ayaklanmanın seyyar satıcı yoksul bir gencin kendini yakmasıyla başladığını biliyoruz. 2001’de Türkiye’de ayaklanmaya çok yaklaşan isyanın bir esnafın yazarkasasını zamanın Başbakanı Ecevit’in önüne fırlatmasıyla başladığını da...
Ancak şunu biliyoruz: Maddi koşulları olgunlaştığında yani çelişkilerin üst üste bindiği, yoğunlaştığı, ekonomik ve politik krizin emekçi sınıflarda yol açtığı yoksulluk, kızgınlık, öfke dizginlenemez boyutlara vardığında ayaklanma kaçınılmaz biçimde ortaya çıkıyor. Bu koşullar oluştuğunda, ülke ufak bir kıvılcımla tutuşacak bir bozkıra dönüştüğünde, emekçi sınıfların, yoksulların tümünü kesen ufak bir genel bahane ayaklanmaya yol açıyor. Şili, Lübnan, Tunus bunun tartışılmaz kanıtını sunuyor.
Tanık olduğumuz hemen hemen tüm ayaklanmalar bize şu olguyu gösterdiler: Ayaklanma oldukça sıradan bir bahaneyle başlasa da, kısa zamanda, önce sömürücü sınıfın politik güçlerini, sonra politik iktidarın kendisini, daha sonra sömürü düzeninin kendisini hedef tahtasına oturtuyor. İşler, sömürücü sınıfın politik güçlerinin geliştirdiği politikaya da bağlı bir hızla, bu noktaya varıyor. Başlangıçta “whatsapp”a getirilen vergiye karşı ayaklanan Lübnan emekçileri ve gençliğinin, ilerleyen süreçte, başbakanın istifasını yeterli görmeyerek, tüm hükümetin istifasını isteme noktasına gelmeleri gibi. Lübnanlılar bunu “Hepsi Demek, Hepsi Demektir” sloganıyla ifade ettiler.
Bu noktada ayaklanmaların ortaya çıkardığı bir başka dersle karşılaşıyoruz: Güçlü maddi temellerden ortaya çıkan ayaklanma, hangi sıradan genel bahaneyle ortaya çıkmış olursa olsun, ilerleyen günlerde, burjuva iktidarın vereceği tavizler, atacağı geri adımlar karşısında, sönümlenmek bir yana, daha da güçlü biçimlere, daha ileri hedeflere doğru gelişiyor. Ayaklanma bir kez kendi kıvamına eriştikten sonra, burjuvazinin taviz ve geri adımları ayaklanmacıları uzlaşma çizgisine çekmek yerine cesaretlendiriyor, güçlerinin bilincine varmalarını sağlıyor ve daha ileri itiyor.
Fakat öte yandan, burjuva iktidarların ayaklanmayı bastırmak için başvurduğu baskı ve şiddet yöntemleri de aynı etkiyi, üstelik daha güçlü biçimde, yapıyor. Yani, burjuva iktidar baskı ve şiddete başvurdukça, güçlü nedenlerle ayaklanan yoksullar, işsizler, gençler, geri çekilmek bir yana, daha büyük bir kızgınlık ve öfkeyle hareket ediyor, ileri gidiyorlar. Irak ve Mısır ayaklanmaları, Şili ayaklanması bunun akla gelen ilk tipik örnekleridir. Şili hükümeti, baskı ve terör uygulayarak ayaklanmayı bastıramadı. Irak hükümeti, yüzlerce kişiyi öldürerek ayaklanmayı bastıramadı. Ama her iki örnekte de ayaklanmacılar daha ileri gitmeye, tüm hükümetin istifasını istemeye başladılar.
NATO, bundan yaklaşık yirmi yıl önce, ikibinli yılların “Ayaklanmalar Yüzyılı” olacağı tespitinde bulunmuştu. Toplumların tarihinde hiç de uzun sayılmayacak bir süredir bu. Yirmi yıl bile geçmeden ayaklanmalar, ateş üstündeki mısır taneleri gibi, önce birer ikişer, sonra artan bir sayıda patlak vermeye başladı. NATO, bu tespiti, ayaklanmalara karşı önlem almak için yapmıştı. Emperyalist saldırganlığın bu başlıca örgütünü, yüzyılımızın “Ayaklanmalar Yüzyılı” olacağı tespitine götüren şey, bütün dünyada emekçi sınıfların baskı, terör, sömürü, işsizlikten son derece bunalmış olduklarını görmüş olmasıdır.
Kısa bir zaman aralığında bunca ayaklanmanın ve bu kadar geniş bir coğrafyada ortaya çıkmasının bir tek açıklaması var: Devrimci durum bütün dünyada ortaya çıkmış ve aynı şekilde bütün dünyada olgunlaşmıştır. Sömürülen ve ezilen kitleler, sömürüye, kapitalist üretim biçiminin kendilerini üretim araçlarından uzaklaştırarak yaşamdan kovmasına, açlık ve yoksulluk içine sürüklemesine isyan ediyorlar. İçinde bulundukları koşullara artık daha fazla katlanmak istemiyorlar. Yeni bir dünya, yaşanabilir bir dünya istiyorlar.
Buna karşılık, sermaye sınıfının yapabileceği hiçbir şey yoktur. Sermaye sınıfı, sermayenin birikimini, merkezileşmesini sürdürmek, dolayısıyla sömürüyü yoğunlaştırmak zorunda. Bilim, teknoloji ve bunların üretim sürecinde uygulanmaları emeğin üretkenliğini artırır ve böylece, çalışan sınıfların daha az çalışmayla geçimlerini sağlayabilecekleri koşulları fazlasıyla sağlarken; kapitalistler, işçilerin çalışma zamanlarını ellerinden geldiğince uzatmaya çalışıyor. Hükümetler, toplumun tüm gövdesini asalak bir ur gibi saran devleti, toplumun tüm gözeneklerine ulaşacak şekilde büyütmek; bunun için ihtiyaç duydukları vergileri artırmak peşindeler. “whatsapp vergisi” buna tipik örnektir.
Bugüne kadar mülksüzleştirilenler, kendilerini yaşamdan kovanları mülksüzleştirmek üzere ayaklanıyorlar. Iraklı ayaklanmacılar için kullanılan çok yerinde bir kavramla, “Açların Devrimi”dir sözkonusu olan. Liberallerin, uzlaşmacıların, bu ayaklanmaları, kitlelerin “kapitalizmin neoliberal politikalarına karşı ayaklanmaları” gibi, yani kapitalizmin kendisine değil, ama şu ya da bu yanına karşı gibi göstermeleri boşunadır. Bu ayaklanmalar kapitalizmin tümünü hedef alıyor. Liberallerin, burjuva uzlaşmacıların, kapitalizmin arkasından ağlayanların çabaları boşuna. Onlar böyle yazdı diye gerçekler değişmez.
Devrimci durumun dünya çapında olgunlaşmış olması, ayaklanmaların da buna uygun olarak dünya yüzeyine yayılması, tarihsel gelişmenin yeni bir evresine girildiğinin somut, pratik kanıtıdır.
Dünya tarihi, insanlığı komünizme götürecek ayaklanmalar ve devrimler çağına girmiştir.
Taylan IŞIK