Az rastlanacak bir itiraf nihayet geldi; hem de RTE’den. RTE, dinci faşizmin sınıfsal tanımına ilişkin her tartışmaya son verecek sözleri beklenmedik bir zamanda ağzından kaçırdı.
Gazete haberlerine göre Erdoğan “yabancı sermayeli yatırımcılara” -Türkçesiyle söylersek, yabancı sermayeli vampirlere- seslenirken kelimesi kelimesine şunları söylemiş:
“ OHAL'i biz iş dünyamız daha rahat çalışsın diye yapıyoruz. Soruyorum. İş dünyasında herhangi bir sıkıntınız, aksamanız var mı? Biz göreve geldiğimizde Türkiye'de OHAL vardı ama bütün fabrikalar grev tehdidi altındaydı. Hatırlayın o günleri. Ama şimdi grev tehdidi olan yere biz OHAL'den istifade ederek anında müdahale ediyoruz. Çünkü iş dünyamızı sarsamazsınız. Bunun için kullanıyoruz biz OHAL'i.”
Önce düğün değil, bayram değil, durduk yerde bu itiraf niye, sorusuna yanıt bulalım. Yanıt gayet basit, dinci faşist iktidar “yabancı sermayeli yatırımcılar”ın yani emperyalist vampirlerin güvenini kazanmaya çalışıyor. Onun derdi bu. Çünkü başta emperyalist sermaye olmak üzere, özellikle de büyük tekellerin güven ve desteğini almadan dinci faşizm -faşizmin diğer bütün biçimleri gibi- bir gün bile ayakta kalamaz.
Böylece, dinci-faşizmi, “yeşil sermaye”nin iktidarı, “Anadolu’da yeni yeni palazlanan büyük sermayenin” iktidarı, ya da Kemalist burjuvaziye karşı dincilerin iktidarı vb vb biçimlerle tanımlama safsataları çöplüğü boylamış oldu. Bunlarla birlikte, tekelci sermayenin önde geleni KOÇ ailesini, Sabancıları, Eczacıbaşıları faşizmin sorumluluğundan ve günahlarından uzak tutma çabaları da berhava oldu.
Ne yazık, faşizmin sınıf temelini, karakterini gözlerden uzak tutan “AKP Faşizmi”, “Erdoğan faşizmi” gibi tanımlamaları yapanlara işin abc’sini hatırlatmak zorunda kalıyoruz. Faşizm tekelci sermayenin en iri kesimlerinin açık, kanlı, dizginlenmemiş diktatörlüğüdür. Faşizm açık işçi sınıfı düşmanlığına dayanır. Burada faşizmi bir partiyle, bir şahısla tanımlamak onun arkasındaki güçleri, faşizmin gerçek sınıf güçlerini gözlerden saklamaya yarar başka bir şeye değil.
O bakımdan, RTE’nin “Ama şimdi grev tehdidi olan yere biz OHAL'den istifade ederek anında müdahale ediyoruz. Çünkü iş dünyamızı sarsamazsınız. Bunun için kullanıyoruz biz OHAL'i.” yollu sözlerini tekrar tekrar hatırlamakta yarar var.
İşçi sınıfı hareketini ezmek, grevleri, gösterileri, dayanışmayı yasaklamak, işçi sınıfının kazanılmış haklarına saldırmak, bu hakları gasp etmek, ücretleri mümkün olan en alt sınıra indirmek vb vb, faşizmin tarihte ortaya çıkışından beri şaşmayan temel çizgisi, ana amacı olmuştur.
RTE’nin sözlerinden sonra dinci-faşizmin işçi sınıfının hangi haklarına ve nasıl saldırdığını sayıp dökmeye gerek yok. Ama Başbakan Yardımcısı durumundaki Veysel Kaynak’ın şu sözlerini aktarmak, dinci-faşizmin tekelci sermaye sınıfına hizmetteki sınırsızlığının daha net anlaşılmasına yardımcı olacak. Şöyle diyor Veysel Kaynak: "Şu anda Kahramanmaraş’ta, Adana’da, Osmaniye’de, Gaziantep’te hatta Ankara’da Ostim’de birçok ilde eğer Suriyeliler olmazsa düz işçilik yapan yok. Fabrikalarımız durur"
Dinci-faşizmin bütün derdi davası böylece anlaşılmış oluyor: Grev yasaklamak, hakları gasp etmek, iş gücünü üç-beş kuruşa satmaya hazır ve razı bir nüfus yaratmak. Bütün diğer faşizm biçimleri gibi, dinci faşizmin de ekonomi-politiği esas olarak bundan; tekelci sermayeye sınırsız hizmetten, sınırsız sömürü için koşulları hazırlamaktan ibarettir.
Sorun basit bir kavramlaştırma ya da adlandırma sorunu olsaydı üzerinde durmaya değer bulmazdık. Ama sorun bundan çok daha ötede ve önemde. Sorun, faşizme karşı mücadelede işçi sınıfına, diğer emekçi sınıflara ve ezilen halklara doğru hedef gösterme sorunudur. Sınıf savaşında devrimin toplumsal güçlerine yanlış hedef göstermek, onları daha baştan yenilgiye; bedeli işçilerin ve ezilen halkların kanlarıyla ödenecek ağır bir yenilgiye mahkum etmektir. Sorunun önemi buradan geliyor.
Faşizmi, işbaşındaki hükümetten ibaret görmek ve göstermek, müteveffa TKP’nin şaşmayan politik çizgisiydi. Onun için faşizm Türkeş’ten ve tosuncuklarından ibaretti. Bu yüzden zavallı TKP, son nefesini verirken bile “faşizme geçit yok” sloganını mırıldanıyordu. İsmail Bilenlerin, Nabi Yağcılar’ın TKP’si mezarda ama onun ruhu şimdi çakma TKP’lerden ESP’ye kadar; “AKP faşizmi”, “Erdoğan faşizmi” kavramlarını kullanan bütün sosyal-reformistlerin politikalarında yaşıyor.
Bu politikaların özü, devrimin toplumsal güçlerinin faşizme karşı mücadelesini, burjuva düzen sınırları içinde, hiç olmayan ve olmayacak olan burjuva demokrasisi hedefi sınırları içinde tutmaktır. Faşizmi bir partiyle, bir kişiyle özdeşleştirme çabalarının nedeni bu. Devrimin toplumsal güçlerinin hedef tahtasından tekelci kapitalist sistemi ve faşist devleti indirip AKP ve Erdoğan’ı yerleştirmenin başka bir anlamı ve amacı yok.
Oysa Erdoğan’ın sözlerinden de anlaşıldığı gibi, kişi ve partilerin tekelci sermaye sınıfına hizmet etmekten başka rolleri yok. Sorunların asıl kaynağı tekelci sermaye sınıfı, yani KOÇların, Sabancıların temsil ettiği işbirlikçi tekelci sermaye sınıfıyla emperyalist sermayedir. OHAL bunların çıkarı için var, dinci faşist iktidarın, faşist devletin tüm icraatları bunların çıkarlarını, egemenliklerini korumak içindir.
Uşaklar efendileriyle birlikte hedef tahtasına oturtulmalı; tek başlarına değil!