Burjuva sınıfa, onun kurumlarına karşı boğazlarına kadar güven duygusuyla dolu küçük burjuva sosyalistleri, liberalleri, sosyal reformist partileri bir an için bir kenara bırakıp emekçi sınıfların, Kürt halkının genel seçimlere olsun, önümüzdeki yerel seçimlere olsun bakışını, duygu ve düşüncelerini anlamak için bir gazeteciye konuşan Kürdistanlı gencin şu sözlerine bakmak yeter:

“Demokrasi hikayedir abê” diyor, “Belediye başkanlarını seçtik, şimdi herkes bir yerde. Sürgünde, hapiste… Böyle demokrasi mi olur?” sonra Kürt gençle konuşan gazeteci onun görüşlerini özetliyor: Kayyımların belediyelerin içini boşalttığını, her yere kendi adamlarını yerleştirdiğini, HDP’li belediye başkanlarını hükümetin çalıştırmayacağını ve daha bir sürü olumsuz şey söylüyor genç garson.”

Bu ruh hali, burjuva sınıfa, dinci faşist iktidara, onun kurumlarına ve seçimlere yönelik bu düşünce ve yorum tekil değil, iki ülkenin emekçi, yoksul sınıflarının ezici çoğunluğunun düşünce ve duygularını yansıtıyor. Çünkü, Türkiye ve Kürdistan halkları, uzun onyıllara dayanan deneyimleriyle burjuva parlamentonun kendi kurtuluşları için bir anlam ifade etmediğini, kendilerini aldatmaktan, oyalamaktan, kandırmaktan başka bir işe yaramadığını artık anlamışlar. Bu onlarda, Kürdistanlı gencin sözlerinden de görülebileceği gibi, bir bilinç düzeyine yükselmiştir.

Parlamento, tamamen göstermelik hale gelmiş durumda. Hiçbir işlevi ve etkisi kalmamıştır. Bu tespit geniş halk kitlelerin yanı sıra, yakın zamana kadar parlamento içinde yer alanlar tarafından da paylaşılıyor artık. Örneğin, HDP’li S.S.Önder, bundan yaklaşık üç yıl önce Meclis diye bir şeyin kalmadığını şu sözlerle dile getirmişti:

“İnsanların görmediği şu; Meclis kalmadı ortada, AKP, CHP, MHP diye bir parti yok. Eğer insanlar Meclis diye bir şey görüyorlarsa HDP de burada bir karşı çıkış gerçekleştirsin.” Ne HDP ne de bir başkası “bir çıkış gerçekleş”tirebildi; çünkü “Meclis diye bir şey yoktu”.

Üç yıl sonra seçimlere katılmak istemeyen emekçi sınıfları ve ezilen halkları, “bu sefer başka olacak, dinci faşist iktidarı yıkacağız, hile yaparlarsa dünyayı başlarına yıkacağız, bu genel seçimler bir fırsat bu fırsatı mutlaka değerlendirmeliyiz” vb vb sahte vaatleriyle sandık başına gitmeye ikna edenler seçimlerden sonra şöyle demeye başladılar:

“Mücadeleyi tümüyle işlevsiz hale getirilmiş TBMM'ye sıkıştırma orada demokrasicilik oynama siyaseti tam da AKP-MHP faşist bloğunun arzu ettiği şeydir” (Selahattin Demirtaş).

Genel seçimler böyle de yerel seçimler farklı mı? Farklı diyenler iki ülkenin emekçi sınıflarını aldatmak için bile bile yalan söylüyorlar. Yerel seçimlerin “yerel yönetim”le hiç bir ilgisi yoktur. Sermaye sınıfı, yönetim işlerini sadece parlamento düzeyinde değil, bütün alanlarda merkezileştirmiştir. Bu hem süre giden iç savaşın gereği ve zorunlu sonucu hem de sermayenin giderek az sayıdaki kapitalistin elinde merkezileşmesinin gereği ve sonucudur. Ekonomik güçler az sayıdaki mülk sahibinin elinde birikmişken, yönetim işlerinin bunun dışında kalması, sermaye egemenliği kavramına aykırıdır. Şimdi, yasama, yürütme ve yargının tüm yetkileri tek elde toplanmıştır. Bu duruma paralel olarak, yerel yönetimler üstünde de egemen sınıfın ve siyasi iktidarın tam bir denetim, baskı ve yönetimi kurulmuştur.

Somut olgular bunun kanıtıdır. HDP’nin elinde bulunan yüze yakın belediye, kayyum atanarak merkezi yönetim tarafından elinden alınmış sadece bir kaç belediye bırakılmıştır. Dahası, RTE, gelecekte de HDP’nin, hatta CHP’nin eline geçecek belediyelere kayyum atanacağını açıkça ilan etmiştir. Muhtarların bile görevden alındığı, yerlerine kayyum atandığı, yani yönetimin merkezileştirilmesi anlamında, muhtar seçmenin bile bir anlamının kalmadığı noktaya gelmiş bulunuyoruz.

Ama son genel seçimler öncesinde emekçi sınıfları olmadık sahte ve arkasında durmayacaklarını bildikleri vaatlerle sandık başına gitmeye ikna edenler yine iş başındalar. CHP ve sosyal reformist partiler, dinci faşist iktidarı yerel seçimlerde kazanacakları bir “zafer”le yıkacakları yalanını utanmadan, halkların gözünün içine baka baka ileri sürüyorlar. Oysa, HDP’nin kazandığı belediyelere atanan kayyumlar oldukları yerde duruyorlar ve bunlara karşı ne CHP -ki onun böyle bir derdi yok- ne HDP ne de öteki sosyal reformist partiler bir şey yapabilmiş değiller. Bu partiler, Türkiye ve Kürdistan emekçi sınıflarını ve ezilen halklarını yerel seçimlere katılmaya çağırırlarken, kazanacakları belediyelere kayyum atanmasına nasıl engel olabileceklerine dair tek bir söz bile etmiyorlar; çünkü edebilecekleri bir söz yok. Yerel seçimlerde kazanacakları “zafer”le dinci faşist iktidarı nasıl yıkacaklarına dair tek bir söz bile etmiyorlar; edemezler çünkü böyle bir şeyin olamayacağını bile bile emekçi sınıflara yalan söylüyorlar.

Kazandıkları belediyelere atanan kayyumlara karşı bir şey yapamayanlar, vekillerinin zindanlara atılması karşısında çaresiz kalanlar, 2015 genel seçimlerinde çoğunluğu kaybettiği halde çekip gitmeyen dinci faşist iktidarı o zaman yıkamayanlar şimdi, yerel seçimlerde kazanacakları “zafer”le dinci faşist iktidarı yıkacaklarını ileri sürebiliyorlar. Bundan daha büyük yalan, daha büyük sahtekarlık olabilir mi? Bırakın dinci faşist iktidarı yıkmayı, gerçekten devrimci, ilerici, emekçi sınıflardan yana faaliyet yürütecek bir muhtarı bile görevinin başında tutamayacaksınız.

Emekçi sınıflar ve ezilen halklar, yerel seçimlerde sandık başına gittiklerinde, kazanacakları “zafer”le dinci faşist iktidarı yıkamazlar ama “temsilci” diye seçtiklerinin yozlaşmasının, çürümesinin, düzene adapte olmasının yolunu açarlar. Çünkü, belediyeler (yerel yönetimler) sermaye ve siyasi iktidar için daha çok orta sınıfları belli ayrıcalıklar (fonlar vb.) ve başka olanaklar yoluyla devlete, iktidara, düzene bağlamanın bir yolu, aracıdır.

Kişisel çıkar ilkesi, burjuva toplumun temel bir ilkesidir. Dolayısıyla, devletin hangi kurumu olursa olsun, oralara gelenler, bulunduğu resmi kurumu kendi kişisel çıkarı için kullanacaktır. Sonuçta buralar çıkar, kariyer, bireycilik, halka yabancılık ve halk üstünde baskı kurma araçları haline gelmiştir, yozdur, çürümüştür.

İlerici, demokrat, yerel yönetimlerde de tüm bu olumsuzlukların şu ya da bu derecede baş gösterdiği unutulmamalıdır. Bunun kaçınılmaz sonucu, yoz muhalefet partilerine dönüşürler. Canlı, dinamik coşkunluk, burjuvaziye karşı her koşulda mücadelenin bu partilerde en ufak bir zerresi bile kalmaz. Sonuç olarak, proletaryanın yararına burjuva kurumlarını kullanayım derken, tersine işçileri, halkı pasifize ettikleri için burjuvazi onları kullanmış olur. Bunun örneklerini bolca yaşamadık mı? Ve bu duruma düşmeyenlerin yerine kayyum atanmıyor mu; kayyum atanacağı bizzat devletin başındaki adam tarafından ilan edilmedi mi?

İşçiler, emekçi sınıflar, ezilen halklar, yoksullar, burjuva ve küçük burjuva partilerin “sandık başına” çağrılarına kulak vermeden kendilerini açlığa, yoksulluğa, işsizliğe mahkum eden, faşist baskı ve terör altında yaşamı zindan eden kapitalizme, sermaye sınıfının egemenliğine, faşist devlete, dinci faşist iktidara karşı devrim ve halk iktidarı için mücadeleye atılmalıdır.

Kurtuluşun başka yolu yok!