< < DÖRTLÜ ZİRVE

Rusya-Türkiye-Fransa-Almanya devlet başkanları ve başbakanı arasında yapılan dörtlü toplantı, tam da beklenmesi gerektiği gibi, fiyaskoyla sonuçlandı. Toplantıya katılanların çıkarları, politikaları, Suriye’deki amaçları hakkında az çok gerçek bilgi sahibi olanlar fiyaskodan başka bir şey bekleyemezlerdi.

Toplantı, Türkiye-Fransa-Almanya için bir oyalama, zaman kazanma, dinci faşist çetelere daha iyi hazırlık için zaman kazandırma amaçlıydı. Türkiye’nin geçtiğimiz Eylül ayından beri izlediği politika buydu. Amaç, Rusya ve Suriye’nin dinci faşist çetelere karşı girişecekleri büyük operasyonu engellemek, olmuyorsa mümkün olduğunca ertelemek.

Türkiye, Eylül ayında yapılması planlanan operasyonu “Soçi Anlaşması” ve emperyalistlerin Suriye’ye saldırı tehditleri sayesinde Ekim ayının ortalarına ertelemeyi başarmıştı. Rusya ise, dinci faşist çeteleri Türkiye’nin bizzat kendisine temizletme, Türkiye ile bu katil sürülerini karşı karşıya getirme, çatıştırma umuduyla operasyonu ertelemeyi kabul etmişti.

Katil sürülerinin tutundukları son kale olan İdlib’ten temizleneceği endişesine kapılan ABD, Fransa, İngiltere ve Almanya, operasyonu erteleyen “Soçi Anlaşması”nı sevinçle karşıladılar. Suriye, yarı gönüllü biçimde Rusya’nın planına onay verdi. Çeteler ile onların hamisi Türkiye arasında oluşacak bir çatlak, çatışma ihtimali denenmeye değerdi Suriye için. İran ve ABD’nin toplantıya çağrılmamış olmaları önemsiz bir ayrıntıydı; üzerine durmaya değmez.

Sonuçta, 27 Ekim İstanbul Toplantısı, katılanların her birinin bir yöne çektiği at arabası misali, bir milim ilerlemeden bitti. Anlaşma, cami avlusuna terk edilmiş bebek gibi ortada kaldı. Oradan bir çözüm beklemek ancak dar kafalıların işi olabilirdi.

Suriye’de süren dört başı mamur bir gerici savaştır. Bu savaş, Ortadoğu’ya egemen olmak isteyen emperyalistlerin, bölge gerici devletlerinin işbirliği ve askeri güçleri eliyle kışkırttıkları, örgütledikleri, finanse ettikleri bir savaştır.

Savaşın sonucu masa başında, diplomatik yollardan, devletlerarası görüşmeler yoluyla değil güce göre şekillenecektir. Devletlerarası, hükümetler arası görüşmeler savaşan güçler arasında, ancak bir ya da bir kaç devletten oluşan devletler grubu düşman devlet ya da devletler grubuna karşı zafer kazandığında, düşmanına beyaz bayrak çektirdiğinde bir şey ifade eder. Çünkü, devletler arasında gücü ölçmenin savaştan başka yolu yoktur ve hiç bir devlet gücünü sınamadan düşmanının koşullarını kabul etmez.

Tam da bu nedenle, genel olarak Suriye’den, özel olarak İdlib’ten ve sonrasında Afrin’den, Cereblus’tan, Türkiye’nin işgali altındaki diğer topraklardan faşist çeteleri çıkarmanın, emperyalist devletlerin Ortadoğu’da egemenlik kurma plan ve girişimlerini sona erdirmenin savaştan başka yolu yok. Gerçekte “Soçi Anlaşması” bunu kanıtlamıştır. “Soçi Anlaşması” gereği katil sürüsü çeteleri İdlib’ten çıkarması gereken dinci faşist iktidar, söz konusu anlaşmayla kazandığı zamanı bu faşist çeteleri silahlandırmak, mevzilerini tahkim etmek, daha sert bir savaşa hazırlamak için kullanıyor.

Devletlerarası toplantılarda Suriye’nin toprak bütünlüğüne sadık kaldığını yemin billah söyleyen dinci faşist iktidar, gerçekte işgal alanlarını genişletmek, işgal ettiği topraklarda kalıcı olmak, yeni toprakları, çeşitli bahanelerle, işgal etmek çabasında. Planlar, hazırlıklar, oyalama taktikleri, zaman kazanma çabası hep bunun için.

Tekelci sermaye ve dinci faşist iktidar için öncelikli hedefin Kürt ulusunun özgürlük savaşını bastırmak olduğu açık. Bunu kendileri de gizlemiyor. Suriye’deki savaşla birlikte ortaya çıkan koşullar sonucu, şimdi, Türkiye için, toprak işgali ile Kürt ulusunun özgürlük savaşını bastırma hedefi iç içe geçmiş bulunuyor. Şöyle de ifade edilebilir: Kürt ulusunun özgürlük savaşını bastırmak için başlattığı saldırılar aynı zamanda toprak işgalleri, sınırlarını genişletme, eski Osmanlı sınırlarını tekrar oluşturma hedefiyle çakışmış.

Türkiye’nin İdlib, Afrin, Cereblus ve çevresindeki toprakları işgalini, buralara ilişkin izlediği politika bu amaç ve yakın hedefler hesaba katılmadan anlaşılamaz. Türkiye, bu amacına ulaşmak için, dinci faşist çeteleri İdlib’te, Afrin’de, Cereblus’ta mümkün olduğunca uzun süre ve yapabilirse kalıcı biçimde tutmaya çalışıyor. Türkiye’nin buralardan çeteleriyle birlikte diplomatik görüşmeler ve benzeri yollarla çekileceğini düşünmek hayaller dünyasında yaşamaktır.

Bu nedenle geleceğe ilişkin şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Bir tarafında Türkiye -ve onu destekleyen emperyalistler- öbür tarafında Suriye ve Rusya’nın olduğu bir savaş -ki gerçekte Suriye ile Türkiye yıllardır ilan edilmemiş bir savaş halindeler- kuvvetli bir ihtimaldir. Rusya, çok çeşitli hesap ve nedenlerle, bu güne kadar kendisinin de bu savaşa “resmen” dahil olmasını, diplomasiyi kullanarak ertelemeye çalıştı ve halen de onu yapıyor. “Dörtlü Zirve”, “Soçi Anlaşması” vb girişimler bu karşı karşıya gelmeyi ertelemek içindir. Ama nereye kadar?

Suriye savaşının başından beri Türkiye, başta ABD olmak üzere İngiltere, Fransa, Almanya ve diğer emperyalist devletler tarafından desteklendi. Bu destek bugün devam ediyor ve gelecekte de devam edecek. “Dörtlü Zirve” denen fiyaskodan sonuç çıkarılacaksa işte bu olgu görülmelidir. ABD ve diğer emperyalistlerin Suriye’ye ilişkin planlarında koç başı Türkiye’dir. Başta İŞİD denen katiller sürüsü olmak üzere, El-Nusra ve benzeri çetelerin arkalarındaki güçler ABD, İngiltere, Fransa, Almanya gibi emperyalistlerdir. Suriye-Rusya ikilisinin İdlib operasyonu gündeme geldiğinde bu devletlerin hop oturup hop kalkmaları, savaş tehditleri yağdırmaları bu konuda yeterince açıklayıcı olmuyor mu? ABD ve diğerlerinin İŞİD ve diğer çetelerin arkasındaki güçler olduklarından hala şüphe mi ediliyor?

Somut olgular -Almanya’nın çeteler kırkdokuz milyon Euro gönderdiği kendi resmi belgelerine geçti- bu konuda hiç bir şüpheye yer bırakmıyor. Bu yüzden örneğin ABD’nin Ortadoğu’ya yerleşmek için giriştiği kimi diplomatik ve askeri manevralar ne kimseyi aldatmalı ne de başını döndürmeli. Minbiç’teki son gelişmeler, ABD’nin Türkiye ile aynı safta yer aldığının ve alacağının son kesin, çürütülmez kanıtıdır. Başta ABD olmak üzere emperyalist devletlerin Kürt ulusunun özgürlük savaşını destekleyeceklerini, onun yanında yer alacaklarını düşünmek kendini aldatmaktır.

Türkiye, sadece Suriye ile değil, ama onunla birlikte Kürdistan’ın her parçasındaki Kürt ulusuyla savaş halindedir. Bu savaşta Türkiye’nin arkasındaki güçler, dün Kürdistan şehirleri yakılırken onu destekleyen güçler hangileriyse onlardır.

Dinci faşist iktidar, bugün Kobane başta olmak üzere, Rojava’nın pek çok bölgesine bir saldırı dalgası başlatmış bulunuyor. Bu saldırı dalgasını yeni bir işgal hareketinin hazırlığı olarak görmek gerekir. Eğer fırsatını bulursa, Afrin’de yaptığı gibi, işgale girişmekten ve işgal ettiği yerlere dinci faşist çeteleri yerleştirmekten geri durmayacaktır. Ancak Türkiye’nin bu adımı kendi başına ve emperyalist güçlere rağmen attığını düşünmek büyük bir yanılgı olacak. ABD ve diğer emperyalistlerle Türkiye arasındaki danışıklı dövüş kimseyi aldatmamalı. Kritik karar anlarında emperyalistlerin hepsi, birleşmiş bir karşı devrim gücü olarak, Türkiye’nin arkasında duracaklar, kimsenin bundan kuşkusu olmasın.

Türkiye’nin savaş ve işgal girişimleri engellenemez mi? Elbette engellenebilir. Ancak bunun koşulu, dinci faşist iktidara “masa” çağrıları, “barış” çağrıları yapmak değil, sermaye sınıfının egemenliğine son vermektir. Bu mümkündür. Sınıf bilinçli öncü devrimci işçiler, devrimi bilinmez bir geleceğe erteleyen ve burjuva sınıfa güveni telkin eden sosyal reformistlere aldırmadan ekonomik ve politik krizin ortaya çıkardığı devrimci durumu bir devrime dönüştürmek, devrimci-demokratik bir iktidar kurmak için ileri atılmalılar.

Sefaletten, savaş tehdidinden, savaşın kendisinden, açlıktan, işsizlikten, faşizmin baskı ve teröründen başka kurtuluş yolu yok.