Dinci faşist iktidarın başı dışında, burjuva dünya dahil, tekelci kapitalist düzenin bir krizin içinde olduğunu kabul etmeyen kalmadı. Bir tek, dinci faşist iktidarın başı, “bizde kriz-mriz yok” diyor. Ama güneş balçıkla sıvanmaz, gerçekler yalanla, uyduruk laflarla gizlenmez.
İşsizlik çığ gibi artıyor. Birbiri ardına kapanan, üretimine ara veren fabrikalar işsizliği mutlak biçimde artırıyor, işçileri, aileleriyle birlikte, açlığa mahkum ediyor. Hayat pahalılığı, enflasyondaki tırmanış, paranın değerinin düşürülmesi yoluyla emekçi sınıfların düşürülen alım gücü, katlanarak artan sömürü, küçük esnafın, orta ölçekteki işletmelerin iflası, bankaların akbabalar gibi borçluların üzerine çöküp ne bulurlarsa el koymaları; bunların hepsi şimdi emekçi sınıfların günlük yaşamının bir parçası halinde.
İşçiler, “fabrikamız, işletmemiz kapanacak mı, işsiz kalacak mıyız” endişesiyle yaşıyorlar. Ay sonu aylıklarını alıp alamayacaklarından emin değiller. Mahalle esnafı, işçinin ay sonunda borcunu ödeyip ödemeyeceğinden emin değil. Bankalar, kredi taksitlerinin, kredi kartı ödemelerinin yapılmayacağını bilmez haldeler.
Otomotiv fabrikalarından biri kapanınca -Renault’nun üretime ara vereceği resmen açıklandı- diğer fabrika ve işletmeler üzerinde zincirleme etki yapıyor ve ötekileri de krize sürüklüyor. İnşaat sektörünün durma noktasına gelmiş olması, sanayinin pek çok dalını etkiledi, stoklar birikti, üretim düştü, kimi fabrikalar kapandı, kapanmayanlar da işçilerinin büyük bir bölümünü ücretsiz izne çıkardı. Liste böyle uzayıp gidiyor. Sonuçta, ekonomik kriz, toplumsal yaşamın tüm alanlarını etkisi altına alarak emekçi sınıflar üzerinde yıkıcı sonuçlara yol açmaya başlamış bulunuyor.
Dikkat çekilmesi gereken iki noktadan birincisi; tekelci kapitalist ekonominin krizinin, esas olarak, ne dinci faşist iktidarın ne de onun başındaki adamın eseri olduğudur. Elbette, politik iktidarların ve kişilerin izledikleri politikaların krizin şiddeti, hızı, vb. üzerinde etkisi oluyor. Ama krizin çıkış nedenini politik iktidara veya kişilere bağlamak kusursuz bir cehalet işidir. Türkiye tekelci kapitalizminin krizleri, dinci faşist iktidardan önce de vardı ve kapitalist yapının bir devrimle yıkılmayıp varlığını sürdürmesi halinde gelecekte de olacak!
Dikkat çekilmesi gereken ikinci nokta, kapitalizmin krizinin Türkiye ile sınırlı olmadığıdır. Emperyalist- kapitalist sistem dünya çapında kriz içindedir. Örneğin, Avrupa Birliği’nin en “sağlam” ekonomisine sahip olduğu söylenen Almanya bile otomotiv sanayisine pazar bulabilmek için on bir milyon dizel arabayı hurdaya çıkarmanın hazırlığını yapıyor. Bir dakikada bir araba üretecek kadar gelişen toplumsal emeğin üretkenlik gücündeki muazzam artış ile kapitalist mülk edinme biçimi arasındaki çelişkinin sonucudur bu.
Türkiye ve Kürdistan işçi sınıfının, emekçilerinin kapitalizmin krizlerinden ve bu krizlerin yıkıcı sonuçlarından kurtuluşlarının tek yolu, krizin kaynağını yani kapitalist üretim biçimini ve sermaye sınıfının egemenliğini bir toplumsal devrimle yıkmak, ortadan kaldırmaktır. Bunun dışında işçi sınıfını ve emekçileri bu yıkımdan kurtaracak hiç bir yol yoktur.
Sorunun tek çözüm yolu bu olduğu halde, kimi örgüt, parti ve çevreler, emekçi sınıflara, “krizin faturasını onlar ödesin” sloganıyla çözüm yolunu gösteriyorlar. “Onlar” dedikleri şey elbette, burjuva sınıftır. Ama sorunu böyle koymak, “fatura” dedikleri belirsiz bir şeyi çözüm olarak göstermek emekçi sınıfları burjuva sınıf hesabına aldatmak, oyalamak, kandırmaktır.
Çünkü burjuva sınıf, işçileri işten atarak, ekmekten suya, iğneden ipliğe kadar emekçilerin tüm tüketim mallarına zam yaparak, paranın değerini düşürerek, politik iktidar eliyle dolaylı vergileri artırarak ve daha bin bir yolla krizin “faturasını” emekçi sınıflara ödetmeye çoktan başlamış bulunuyor zaten. Kısacası, emekçi sınıflar ve yoksul kitleler, eğer ortada bir “fatura” varsa o faturayı ödüyorlar ve burjuva sınıf egemenliği altından başka yolu da yok.
Kapitalistler sınıfı, yasaları yapan, vergileri toplayan, polis, tahsildar, maliyeci ve ona eşlik eden silahlı gücü elinde tutan politik iktidar sahip oldukça kapitalist ekonominin krizinin sonuçlarını emekçi sınıfların üzerine yıkma gücüne sahiptir. Ve bu güç elinde oldukça, kapitalist sınıf, “krizin faturasını” kendi cebinden ödeyecek kadar ahmak değil.
“Krizin faturası”nı ödememenin yek yolu, kapitalistler sınıfının elinden bu gücü almak, işçi sınıfının, emekçilerin, yoksulların, ezilen halkların eline vermektir. Başka bir ifadeyle, kapitalistler sınıfının egemenliğini yıkmak; yerine işçi sınıfı ile emekçi halkların devrimci iktidarını kurmaktır. Sorunun özü budur. “Krizin faturasını ödemeyeceğiz” ya da “Krizin faturasını onlar ödesin” diyenler, sermaye sınıfının egemenliğinin yıkılmasından, yani işin özünden sözetmeyerek, bu özü gözden kaçırarak gerçekte emekçi sınıfları, ezilen halkları oyalayarak aldatıyorlar.
Bunu yapıyorlar çünkü bu adamlar burjuva sınıfla, kapitalistler sınıfıyla uzlaşma, “barış içinde bir arada yaşama” arayışı içindeler. Onlar burjuva egemenliğin yıkılmasından değil, kapitalist toplumun eksiğinin gediğinin giderilmesinden; yırtığının söküğünün tamir edilmesinden yanalar. Kapitalist toplumun krizinden kapitalist üretim biçimini ve burjuva sınıf egemenliğini yıkmak için yararlanmaya çağırmak yerine, emekçi sınıflara içi boş, anlamsız önerilerde bulunmalarının nedeni bu.
Krizin yıkıcı etkilerini etlerinde-kanlarında hisseden işçiler her yerde eyleme geçmeye başladılar. İşçi sınıfının eylemleri giderek yaygınlık kazanıyor. Uzlaşmacıların işçi, emekçi sınıfları olmadık slogan ve önerilerle oyalamaları boşa çıkarılmalıdır. İşçi sınıfının harekete geçmiş olması önemlidir. Ancak onun kadar önemli bir başka nokta, hareketin devrimci politik hedeflere sahip olmasıdır. Bu noktada, devrimci öncü işçilere büyük görev düşüyor. Leninistler, işçi sınıfına devrimci hedefi, devrimci çözüm yolunu gösteriyor. Bu, burjuva sınıf egemenliğinin yıkılması, yerine emekçi sınıfların devrimci iktidarının kurulmasıdır. Bu devrimci hedefi işçi sınıfına, eylem halindeki, eyleme geçmeye hazır işçilere götürmek öncü işçilerin hem görevi hem de tarihsel sorumluluğudur.
Burjuva sınıf ve dinci faşist iktidar korkuyor. Öyle ki, enflasyon rakamlarını istedikleri biçimde göstermeyen bürokratı görevden alacak; bir ağacın kesildiğini haber yapan gazeteciyi, açıklama yapan sendika başkanını tutuklayacak kadar korkuyor. Korkularında haksız değiller çünkü ekonomik kriz siyasi krizle birlikte bir devrimin; sermayenin sınıf egemenliğini, kapitalist üretim biçimini yıkmanın koşullarını son derece olgunlaştırmıştır.
Önümüzdeki aylarda işçi sınıfı ve ezilen halkların hareketi hem yayılmaya devam edecek hem de sertleşecek. Öncü devrimci işçiler, Leninistler bu koşullardan sermaye sınıfı egemenliğini yıkmak için yararlanmak gerektiğini eylem halindeki işçilere bıkmadan usanmadan anlatmalılar.
Eylem halindeki emekçi sınıflar kendilerine devrimin yolunu gösterenleri anlayacaklar!