Rusya Devlet Başkanı Putin ile Recep TE arasında yapılan Soçi toplantısından çıkan sonuç, sermaye sınıfı çevrelerini, onların medya cenahını fazlasıyla sevindirik yapmış görünüyor. Ağızlar kulaklarda, bir zil takıp oynamadıkları kaldı.
Ekonomik ve siyasi bunalımdan, yani devrimci krizden bunalmış dinci faşist iktidarın bir “zafere” ihtiyacı vardı. İran-Rusya-Türkiye arasında yapılan ve Türkiye’nin hezimetiyle sonuçlanan Tahran Toplantısından sonra bu ihtiyaç daha da acil hale gelmişti. Soçi Anlaşmasını, bu yüzden, hem dinci faşist iktidarın hem de onun başındaki adamın bir “zaferi” olarak göstermeye çalışıyorlar.
Tahran Toplantısı, iki bakımdan Türkiye için tam bir hezimet olmuştu. Birincisi, Türkiye, tüm ağırlığını ortaya koymasına, hop oturup hop kalkmasına rağmen “İdlib Operasyonu”nu ne iptal ettirebilmişti ne de erteletebilmişti. Aksine, söz konusu toplantıda Türkiye’nin öneri ve talepleri, onun Suriye’deki çetelerin hamisi ve sözcüsü olduğunu resmi biçimde kanıtladı.
Türkiye’nin Suriye’de bundan sonraki amacı da dinci faşist çeteleri korumak, kol-kanat gererek yok olmaktan kurtarmaktır. Bunu, Rusya, İran kadar dünya alem de biliyor artık. Tahran Toplantısında eli kulağında bekleyen operasyonun iptal edilmesini istemesinin nedeni buydu; olmadı.
Türkiye, Tahran Toplantısından istediğini elde edemeyince bütün emperyalist dünyayı ayağa kaldırmaya çalıştı. ABD başta olmak üzere, İngiliz, Fransız ve Alman emperyalistleri ise, Suriye’ye saldırmak için zaten bahane arıyorlardı. Türkiye’nin sivil ölümler, milyonlarca insanın göç edeceği biçimindeki yaygarası ve kimyasal saldırı tezgahı konusundaki hazırlıklar emperyalistlere aradıkları bahaneyi vermeye başlamıştı.
Rusya, tam bu noktada, hem emperyalistlerin saldırı bahanesini ortadan kaldırmak, hem de Türkiye’nin hoplayıp zıplamasına bir son vermek için dinci faşist iktidarın başını Soçi’ye çağırdı. Soçi’de Rusya’nın RTE ve beraberindekilere söylediği öz olarak şuydu: “Çeteler yok edilecek, bu kesin. Ama madem ki, sivilleri ve göçü bu kadar mesele yapıyorsunuz, size bir ay süre, buyrun çeteleri siz yok edin”
Gerçekte, Soçi anlaşmasıyla Rusya’nın yaptığı, İdlib operasyonunu iptal etmek değil, Türkiye’nin korumaya çalıştığı çeteleri bizzat Türkiye’ye temizletmekti. Kısacası Rusya, İdlib operasyonunun bir ay ertelenmesi karşılığında çetelerin temizlenmesi ihalesini Türkiye’ye yıkmış oldu. Türkiye’nin kabul edip taahhüt ettiği şey işte budur ve sermaye sınıfı çevrelerinin “zafer” diye yutturmaya çalıştığı da budur.
Soçi “ihalesi”nden sonra Türkiye için fazla seçenek kalmadı. Ya Soçi anlaşmasına sadık kalıp çeteleri (başta El Nusra, Ceyş el İzza, Türkistan İslami Parti olmak üzere) temizleyecek ya da çamura yatıp anlaşmayı bozacak. Birinci durumda, düne kadar kendi eliyle örgütleyip, eğitip, silahlandırıp savaşa sürdüğü çetelerle çetin bir savaşa tutuşacak. Ki, dinci faşist çetelerin bir kısmı bu yazı kaleme alındığı gün, Soçi anlaşmasını tanımadıklarını ilan ettiler. Yani, Türkiye için İdlib’te çetelerle savaşın ucu şimdiden gözüktü. İkinci durumda, yani anlaşmayı bozup çetelere dokunmaması durumunda Rusya ve Suriye dinci faşist çeteleri, köklerini kurutmacasına, temizlemeye başlayacaklar. Köklerini kurutma, Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’un bizzat kullandığı bir ifadedir.
Her iki durumda da Türkiye’yi, sadece İdlib’te değil, ama genel olarak Suriye’de ve hatta Ortadoğu’da bekleyen, bir hezimettir. Bu hezimet, Soçi anlaşmasıyla yaklaşık bir ay ertelendi ama çeteleri bizzat Türkiye’nin temizlemesi, yani çetelerle sonucu belli olmayan bir savaşa tutuşması koşuluyla. Bir aylık ertelemenin bedeli bu.
Sonuçta ne olursa olsun, ister Türkiye Soçi anlaşmasına bağlı kalsın, isterse “kazandığım zaman yanıma kar” deyip anlaşmayı bozsun, her durumda savaş kaçınılmazdır. Türkiye, silahlı güçlerini Suriye topraklarına sokarak bir yağma, talan, işgal ve ilhak savaşı başlatmıştır. İşgal ettiği topraklardan kendi isteği ile ve “başka ülkenin egemenliğine, toprak bütünlüğüne saygı” gibi burjuva dünyada yeri olmayan değerler yüzünden çekilecek değil, çekilmez. Burjuva devletler arasında bu tür sorun ve çelişkiler sadece ve sadece güç ilişkilerine göre çözülür. Gücü sınamanın, kimin güçlü olduğunu anlamanın savaştan başka yolu yok.
Türkiye’nin Suriye ve Rojava topraklarından kendiliğinden, savaşmadan -çeteler eliyle ya da doğrudan farketmez- çekileceğini söylemek halkları düpedüz aldatmaya çalışmak demektir. Dinci faşist iktidardan, faşist devletten “barış” istemek, ilhaklardan, işgalden vazgeçmesini istemeye devam etmek gerçekte emekçi sınıflarda ve emekçi halklarda gerçekleşmesi imkansız umutlar uyandırarak devrimin bu toplumsal güçlerinin bilinçlenmesini geciktirerek burjuva sınıfa hizmet etmek demektir. Biz emekçi sınıflara ve ezilen halklara gerçeği açıkça söylemek; sermaye sınıfı egemenliği ayakta kaldığı sürece ne savaşlardan ne de ekonomide krizlerden kurtulmanın mümkün olduğunu anlatmalıyız.
Savaşlardan, ekonomik krizlerden ve bunların yol açtığı büyük yıkımlardan kurtulmanın tek tolu sermaye sınıfının egemenliğine son vermektir.
İdlib savaşı son savaş olmayacak! Bu savaşı en kısa zamanda Afrin, El Bab, Cereblus gibi işgal edilmiş toprakların kurtarılması için yapılacak savaşlar izleyecek. Faşist devlet ise, hem Türkiye ve Kürdistan topraklarındaki iç savaş için hem de yeni ilhak ve işgal savaşları için dinci faşist çetelerden vazgeçmeyecek; onları el altında tutmaya devam edecek.
Türkiye, askeri yığınak yapmayı sürdürüyor. Bir savaş kapıda hatta o savaşın içindeyiz. Sınıf bilinçli devrimci öncü işçiler sermaye sınıfının ilişkilerinden, durumundan, izlediği siyasetten kaynaklanan bu savaşın sermaye egemenliği yıkılmadan bitmeyeceğini bilerek hareket etmek durumunda.
Gerçek, kalıcı ve demokratik bir barış için sermaye sınıfının egemenliğini yıkmaktan başka yol yok!