Türkiye’nin ekonomik bir krizin tam ortasında olduğunu, bunun giderek şiddetleneceğini görüp, kabul etmeyen kaldı mı? Kanımızca kalmadı ve bu bakımdan, herkesin varlığını teslim ettiği bir olgu üzerinde söz söylemenin pek bir anlamı kalmadı.

Artık temel mesele, tekelci kapitalist yapının bir kriz içinde olduğunu gösterip kanıtlamak değil, -sosyal reformistlerden küçük burjuva sosyalist aydınlara kadar buna aykırı düşünen tek kişi dahi kalmadı diyebiliriz- krizin devrimle bağını kurmak, bu bağı göstermek ve devrimin, Haziran Halk Ayaklanmasını kat kat aşan bir ayaklanmanın kaçınılmazlığını göstermektir.

Sosyal reformist partilerin, onların kuyruğundaki oportünist hareketlerin, burjuvaziyle uzlaşma umuduyla yaşayan küçük burjuva sosyalistlerin özenle ağızlarına almadıkları, sözünü etmedikleri mesele de bu. Krizin devrimle, ayaklanmayla bağı… Bu adamlar, meselenin bu can alıcı noktasından, katilin cinayet mahallinden kaçması gibi, kaçarlar.

Bunun nedeni açık ve anlaşılır: Çünkü, burjuva sınıfla uzlaşma umuduyla politik yaşama tutunan bu adamların dünyayı devrimci tarzda değiştirme hedefleri yoktur ve tam da bu nedenle, politik çizgilerini burjuvazinin kabul edeceği sınırlar içinde özenle tutarlar. Proletaryanın kurtuluşunu bilinmez bir geleceğe ertelemenin yöntemlerinden biri budur.

Oysa Marx-Engels’in olsun, Lenin’in olsun devrim teorilerinde kapitalizmin krizlerinin, bunalımlarının özel bir yeri var. Soruna ilişkin olarak Engels, “Fransa’da Sınıf Savaşımları” kitabı için yazdığı Önsöz’de Marx’ın şu sözlerini aktarıyor:

“1847 dünya ticari bunalımı, Şubat ve Mart Devrimlerinin gerçek anasıydı ve 1848 ortalarından itibaren yavaş yavaş gelen ve 1849 ve 1850’de doruğuna varan sınai gönenç, yeni güçlenen Avrupa gericiliğini canlandırıcı bir güç oldu. Bu, kesin bir sınavdı.”

Görüldüğü gibi Marx, sınai gönençle gericilik arasında doğrudan bir ilişki kurarken, kapitalizmin bunalımları için toplumsal devrimlerin “gerçek anası” diyecek kadar doğrudan bir ilişki kuruyordu. Ama burjuvaziye güven duygusuyla dolu kuru bir bağırsak halindeki sosyal reformistler ve bilumum küçük burjuva sosyalistler bundan tek sözcükle bile söz etmezler.

1848 devrimci enerjisinin yeni bir atılım yapacağı beklentisindeki Marx, yanılsamasını “Bir devrim, diyor Marx, ancak yeni bir bunalımın ardından gelebilir. Ama bu da bu bunalım kadar kesindir.” sözleriyle düzeltiyor. Marx’ın beklediği atılım gelmeyecekti çünkü “sınai gönenç” uç vermeye başlamıştı.

Burjuva sınıfla birlikte sosyal reformistlerle küçük burjuva sosyalistlerin başvurdukları bir başka aldatmaca, giderek şiddetlenen krizin emperyalistlerle, özellikle ABD ile yaşanan “gerginlik”ten kaynaklanan bir döviz krizi olduğudur. Bununla, krizi olduğundan daha hafif, geçici, kolayca atlatılabilir bir kriz olarak göstermeye çalışıyorlar. Oysa kriz, kapitalist üretimin iç çelişkilerinin, emperyalizmle bağımlılık ilişkilerinin, emperyalizmin tam ilhak politikasının ürünüdür. Bütün bu çelişki ve ilişkiler hesaba katılmadan, incelenmeden güncel krizi anlamak, yapısı ve sonuçları hakkında sağlam düşünceye sahip olmak mümkün değil.

Krizin nedenlerini bir rahibin Türkiye tarafından rehin alınmasına, ABD ile gerginlik yaşanmasına, hükümet politikalarına indirgemek, en hafif tabirle, marksizm hakkındaki cehaletle açıklanabilir. Aksine, özellikle güncel durumda, ABD ve Avrupalı emperyalistler Türkiye’nin çökmesini, istikrarsızlaşmasını isteyecek en son güçlerdir.

Giderek şiddetlenen krizin karşımıza “döviz” krizi olarak çıkmış olması kimseyi aldatmamalı. Biçimin böyle olması, özün de böyle olduğu anlamına gelmez. Krizin kapitalist üretimin sanayi, ticaret, bankacılık, tarım dahil tüm alanlarını; işçi sınıfı, esnaf, köylülük başta olmak üzere toplumun tüm sınıflarını etkisi altına alması ve bunlar üzerinde yıkıcı sonuçlara yol açması kaçınılmaz.

Bunun sonucu olarak, dinci faşist iktidardan ve tekelci sermaye sınıfından “düşman” muamelesi görecek köylülerin, şehir küçük esnafının, orta tabakaların, yıllar içinde biriktirip kıyıda köşede sakladığı parasının uçup gittiğini gören dünün tuzu kurularının proletaryanın saflarına geçtiklerini göreceğiz.

Devrimin toplumsal tabanı, krizle birlikte genişliyor. Dinci faşist iktidarın, karşı devrimin arkasındaki toplumsal destek ise hızla eriyor. Haziran seçimleri öncesinde ve sırasında bunu gördük. Oylar sayılmadan ilan edilen zafer, dinci faşist iktidarın gücünün değil, zayıflığının kanıtıdır. Korkuyorlar ve korktukları için, CHP’in, küçük burjuva sosyalistlerin, sosyal reformistlerin desteğini de alarak, hile ve zor yoluyla sahte bir zafer imal ettiler.

Buna yaşamsal düzeyde şiddetle ihtiyaçları vardı. Çünkü, krizle birlikte daha da şiddetlenecek iç savaşı, emekçi sınıflara, Kürt halkına, ezilen-sömürülen kitlelere karşı yürüttükleri iç savaşı kazanmak için hızlı ve merkezi bir karar mekanizmasına ihtiyaçları vardı. Seçimde bunu zor ve hile yoluyla bunu yaptılar: Yetkileri merkezileştirdiler. Ama karşı-devrim yetkileri merkezileştirmekle esasında devrimin mekanizmasını da kurmuş oldu. Bundan sonra emekçi sınıfların, Kürt halkının, krizin yıkıma uğratacağı geniş kitlelerin birikmiş kin ve öfkesi yetkilerin merkezileştiği politik iktidara ve onun temsil ettiği sınıfa, ani patlamalar, isyanlar ve ayaklanmalar biçiminde yönelecektir.

Bu fırtına yaklaşıyor. Leninistler, sınırsız bir enerjiyle bu fırtınaya hazırlanmalılar.

Taylan Işık