Şimdi Türkiye ve Kürdistan’da devrimci krizin olduğunu, aşağı yukarı, tüm politik çevre ve güçler kabul ediyor. Devrimci kriz ya da devrimci durum, ekonomik ve politik krizin varlığı anlamına gelir. Marksist literatürde devrimci kriz, yönetenlerin eski yöntemlerle artık yönetemediği; yönetilenlerin de artık eskisi gibi yönetilmek istemedikleri toplumsal koşulları ifade eder.
Türkiye ve Kürdistan’daki durumu devrimci kriz ya da devrimci durum tanımından daha iyi ifade edecek bir kavram yok. Leninistler, uzun yıllar devrimci durumun varlığını politik güçlere kabul ettirmek için mücadele ettiler.
Olaylar ve olgular bu gerçeği, tüm politik güçlere kabul ettirdi. Ne var ki, uzlaşmacı politik güçler, sosyal reformist partiler ve onların peşinden sürüklenen oportünist örgütler, yaşamın zorlamasıyla kabul ettikleri devrimci durumu yüzeysel, sığ ve dahası, tekelci sermaye sınıfıyla, faşist devletle uzlaşma umudunu koruyacak biçimde ele alıyorlar.
Bu güçlerin yüzleri daima geriye, geçmişe, “barışçıl kapitalizme” dönük duruyor. Parlamentoya, seçimlere, sandığa bağladıkları umutlarını, “devrimci kriz/devrimci durum” tespitine rağmen koruyorlar. Her seçim dönemi bunu tekrar tekrar kanıtlıyor. 24 Haziran 2018 seçimleri bunun son örneği oldu. Ayaklanmamacı ruh hali içindeki kitlelerin 24 Haziran akşamı durdurulmasında başrolü oynayan CHP, yani burjuva muhalefet, en büyük desteği işte bu adamlardan aldı. Kitleleri, önceden ayarlandığı somut kanıtlarla ortaya çıkan seçim sonuçlarını tanımamaya ve sokağa çıkmaya çağırmak yerine, “HDP barajı aştı” sakızına sarılarak, bir yandan seçim sonuçları üzerindeki hile gölgesini örttüler öte yandan tansiyonu düşürmede CHP’nin koltuk değneği oldular.
Bir kez daha ortaya çıktı ki, “Devrimci kriz karşısında, proletaryanın görevini, eskiden olduğu gibi, oportünistlere ve şovenistlere karşı mücadele oluşturacaktır; bu mücadele olmadan kitlelerin devrimci bilincini geliştirmek imkansızdır.” (Lenin)
Türkiye ve Kürdistan’ın toplumsal, siyasal koşulları bu mücadelenin koşullarını giderek elverişli hale getiriyor. Dinci faşist iktidar, seçim tiyatrosuyla faşist diktatörlüğü pekiştirmeye çalışırken, kaçınılmaz biçimde, burjuva muhalefeti; onunla birlikte oportünist ve sosyal reformist partileri bataklığa sürüklemiştir. Hepsi, dinci faşist iktidarın amacına ulaşması için gerçek yüzlerini göstermek zorunda kaldılar.
Yine de oportünistlerin, sosyal reformistlerin, şovenistlerin kendiliğinden, sadece olayların gücüyle teşhir ve tecrit olacağını düşünmek son derece yanlıştır. Olayların gücü ve akışı bu konudaki mücadelenin üzerinde kolaylaştırıcı etki yapabilir; yapıyor da. Bununla birlikte, bu kesimlere karşı mücadelede temel görev devrimci komünistlere, proletaryanın sınıf bilinçli öncülerine düşmektedir. Leninistler, sınıf bilinçli öncü işçiler burjuvazinin proleter saflardaki bu truva atlarına karşı kararlı, tutarlı, ilkeli ve sürekli bir mücadele yürütmeden “kitlelerin devrimci bilincini yükseltmek imkansızdır.”
“Bu gün yine devrime doğru gidiyoruz.” Bunu sosyal reformistler ve oportünistler dışındaki herkes görüyor. Emekçi sınıflar, Kürt halkı ve ezilen diğer halklar, faşizme, kapitalizme ve onları temsil eden dinci faşist iktidara karşı, mücadeleye hazır ve kararlı olduklarını 23 Haziran ve öncesinde ortaya koydular. CHP’nin arkadan hançerlemesi ve sosyal reformistlerle, oportünistler bu ihaneti sessizlikle onaylamasalardı iç savaşın seyrinin çok farklı olacağından kuşku yok.
Ama sınıf savaşında, iç savaşta “olmasaydı” gibi temennilere yer yok. CHP kitleleri arkadan hançerleyerek kendi sınıfsal görevini yerine getirdi. Sosyal reformistler ve oportünistler onu sessizlikle onaylayarak uzlaşmacı karakterlerine uygun davrandılar. Bu tabloda yetersiz kalan, görevinin üstesinden hakkıyla gelmeyen devrimci öncü işçiler ve Leninistlerdir. Leninistler, kitleleri sermaye sınıfının ve dinci faşist iktidarın oyununa karşı uyarmak için var güçleriyle çalıştılar. Ama bunun yeterli olmadığını gördük.
Buradan çıkarılacak sonuç, umutsuzluk değildir. Buradan çıkarılacak sonuç, çok daha büyük bir güç ve enerjiyle kitlelerin devrimci bilincini yükseltme faaliyetini sürdürmektir. Üstelik, bu faaliyet için koşullar her geçen gün daha elverişli, daha kolaylaştırıcı hale geliyor. Devrimin önündeki en büyük engellerden biri olan CHP, emekçi sınıfların ve Kürt halkının gözünde iyice teşhir oldu. Uzlaşmacı karakterleri yüzünden yüzlerini hala parlamentoya çevirip duran sosyal reformistlerin ve oportünistlerin kendi çevreleri üzerinde dahi inandırıcılıkları kalmadı. Şimdi hepsi kendi içlerinde sorun yaşıyorlar.
Yaşam kendi mecrasında akıyor, devrime doğru ilerliyor. Faşist devlet, iç savaşın yanı sıra, ilan edilmemiş bir dış savaşın içinde. Sınıf savaşının devamı ve ileri bir aşaması olarak iç savaş şimdi dış savaşla birlikte derinleşiyor, sertleşiyor, keskinleşiyor; tarafları netleştiriyor; herkesi kendi safını belirlemeye zorluyor. Bundan sonra süreç, kapitalizmin geçmişine, barışçıl kapitalizme değil, geleceğe, toplumsal devrime uygun biçimde şekillenecek. Bunun anlamı, sosyal reformistlerin, oportünistlerin uzlaşma umutlarının “toplumsal barış” düşüncesiyle birlikte, bir daha dirilmemek üzere yok olacağıdır.
Burjuva muhalefetin, CHP’nin parçası haline gelen sosyal reformist partileri ve oportünist hareketleri teşhir etmek, emekçi sınıflar ve gençlik içinden tecrit etmek günün acil görevi haline geldi.