24 Haziran seçimleri önceden kurgulandığı gibi sonuçlandı ve tekelci sermaye sınıfı, faşizmi dinci-faşist iktidarla birlikte tahkim etti. Uzun süre önce, tekelci sermayenin sivil faşist güçlerle doğrudan desteklenen “topyekün faşizm” arayışında olduğuna işaret etmiştik. Son seçimlerle, tekelci sermaye sınıfı ve dinci faşist iktidar bu yolda önemli bir adım atmış oldu.
Uzlaşmacı politikaları iflas eden bütün sosyal reformist partiler, devrimci kılığına girmiş oportünist ve örgütler bu durumdan derin bir umutsuzluğa kapılmış durumdalar. Bu umutsuzluklarını bir teselli ikramiyesi olarak önlerine çıkan HDP’nin “barajı” aşmış olmasıyla yatıştırmaya çalışıyorlar. Ama bu teselli ikramiyesinin yaralarına merhem olmayacağını görmeleri için çok beklemeleri gerekmeyecek.
Bu grup, parti ve çevrelerin uzlaşmacı politikaları iflas etmiştir. Bu iflası ne HDP’nin 67 milletvekili çıkarmış olması, ne de başka bir şey kapatabilir. İflas, sınıf savaşının nesnel koşulları tarafından hazırlandı çünkü. Tekelci sermeye sınıfı ve faşist devlet, iç savaşı kazanmak ve birleşik devrimin gelişimini durdurmak; kitlelerin devrim saflarına akışını önlemek için bir savaşta yapılması gerekeni yaptı: Kılıçları çekti. Her savaşta olduğu gibi iç savaşta da “haklar”ın yerini şiddet, baskı, güç alır. Tekelci sermaye sınıfı ve faşist devletin yaptığı, savaşın bu kuralına uygun hareket etmekten ibaret oldu.
Tekelci sermaye sınıfı, dinci faşist iktidar eliyle genel oy hakkı yerine şiddeti geçireli bir kaç yıl oldu. Milletvekillerinin dokunulmazlık hakkı, yerini polis şiddetine bıraktı. Savcıların güç ve yetkisi Meclis Kürsünün üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallanıyor. Meclis, bir ölü eşekten ibarettir. Ne bir gücü, ne bir yetkisi var.
Bütün bunların sonucu ne oldu? 80 vekile sahip HDP Grubu, darmadağın edildi. CHP’nin Başkan Yardımcısı zindanda, HDP’nin eş başkanları da... Zindanlara atılan HDP’li vekilleri saymaya gerek yok. Yerel seçimlerin oy hakkı derseniz, “Kayyumlar” geziniyor belediye koridorlarında şimdi.
Son noktayı, İçişleri Bakanı kılığındaki adam koydu ve HDP Eş Genel Başkanına, “size yaşam hakkı tanımayacağız” dedi. Tekrarlayalım: İç savaşlarda “hak”ların yerini şiddet alır. Soylu bakan, bu “hak”ların arasında yaşam hakkının da olduğunu hatırlattı. Ve işte bu savaş havasında, sosyal reformistler, bilumum oportünist örgütler, çöken, iflas eden politikalarının üstünü, “HDP’nin başarısı”yla örteceklerini sanıyorlar. Önce hayali bir başarı icat edip sonra icat ettikleri şeyi kendilerini görünmez kılmak için başlarına geçiriyorlar.
Ama ne çare! Kendisi bir hiç olan Meclis’te HDP’nin yapacak hiç mi hiç bir şeyi yok. Sonucu önceden belli, baştan sona tiyatro olan 24 Haziran seçimlerinde yer alanlar, bu oyunda figüran oldular. İş işten geçtikten, atı çalan Üsküdar’ı geçtikten sonra “seçimlerde hile yapıldı, seçimler adil değildi” vb vb diye bağırıp çağırmaları kendilerini kurtarmayacak. Uzlaşmacı politikalar iflas etti ve Kürt halkı, emekçi sınıflar, yoksul halk, kendilerini sandığa çağırarak aldatanları unutmayacak.
Leninistler de bunu Kürt halkına, emekçi sınıflara unutturmamalı. Dinci faşizmin sandıkla gidebileceğini söyleyerek devrimci kitleleri aldattılar. Seçimlerin “adil” olabileceği duygusunu yaratmak için CHP, “adil seçim platformu”nu kurdu ve bu şürekânın bir teki bile kitlelere “sizi aldatıyorlar” demedi. Demek, kitleleri uyarmak bir yana, “hakeme rağmen kazanacağız” dahi diyerek kitlelerin aldatılmasına ortak oldular.
Oysa Leninistler, seçimlerden tam iki gün önce şu uyarıyı yapıyorlardı:
“İşte tam bu noktada, CHP’ye ve onun başına, Kılıçdaroğlu’na dikkat edilmeli. Çünkü, dinci faşist iktidarın bu koltuk değneği, böyle kritik bir anda devreye girerek kitleleri sakinleştirmeye, fırtına dinene kadar oylamaya, bir şekilde evlerine göndermeye çalışacaktır. Bu partinin ve başının ne dinci faşizme ne de onun başına gerçek bir itirazları yoktur. Bunların temel sorun ve görevi, düzeni devrimci ayaklanmalardan, devrimci fırtınalardan korumak, fırtına geçinceye kadar ortalığı sakinleştirmektir.”
Tekelci sermaye ve dinci faşist iktidarın seçim tiyatrosuna figüran olan sosyal reformist partilerin, oportünist örgütlerin, küçük burjuva aydın-sosyalistlerin hepsi şikayet ediyor, sızlanıyor, bağırıp çağırıyor, gözyaşı döküyor. Bu adamlar, emekçi sınıfların aldatılmış olmalarına değil, kendi durumlarına, politikalarının iflasına ağlıyorlar. Şimdi hepsi müflis tüccar durumundadır. Çünkü onların politikaları, iç savaşın kitlelerde yarattığı şiddetli duygularla uyumlu olmak bir yana, tam tersi yönde, burjuva sınıfla uzlaşmak amacına yöneliktir.
Uzlaşmacı, sosyal reformist, oportünist politikaların bu iflası devrimi güçlendirecektir. Bu iflas, devrim yolundaki engellerin, taşların, çalı-çırpının temizlenmesi için koşulların olgunlaşması anlamına geliyor. Varsın dinci faşist iktidar ve tekelci sermaye sınıfı, “zafer” kazandığını düşünedursun.
Ancak bu yolların temizlenmesi kendiliğinden olmaz. Bu temizliği yapmak için şimdi Leninistlerin bitmez, tükenmez bir enerjiyle, dur-durak bilmeden mücadele etmeleri lazım. Leninist politika ve sloganlar her yere; özellikle kadın ve gençliğe götürülmeli. Leninistler, şimdi çok daha büyük bir özgüvenle hareket etmeliler. Çünkü Leninistlerin slogan ve politikaları yaşam tarafından doğrulandı. Çünkü Leninist politika ve sloganların, devrimci taktiğin iç savaşın kitlelerde uyandırdığı şiddetli duygularla uyum içinde olduğu görüldü. Bu slogan ve politikalarla tanışan işçilerin, gençliğin bunları kolayca anlayacağından, kavrayacağından ve benimseyeceğinden emin olmalıyız. Emekçi kitlelerin, ezilen halkların, Kürt halkının, gençliğin devrimci sezgilerine, karakter sağlamlığına güvenelim.
23 Haziran’da kitleleri saran bir “ayaklanma havası” vardı. 25 Haziran’da bu hava bir yere gitmedi; olduğu yerde, kitlelerin duygularında, düşüncelerinde sürüyor. Üstelik buna, aldatılmış olmanın öfke ve kızgınlığı eklendi.
Leninistlerin ne zamandır söyledikleri “dinci faşist iktidar seçimle/sandıkla gitmeyecek” düşüncesi şimdi emekçi sınıflar, Kürt halkı, gençlik tarafından paylaşılıyor. Faşizmin ancak bir devrimle yıkılabileceği düşüncesi giderek geniş çevreler tarafından kabul görüyor. Dün seçim tiyatrosunda figüran rolüne gönüllü soyunan sosyal reformist partiler ve oportünistler de şimdi bu düşünceleri tekrarlamaya başladılar. Ama bu, uzlaşmacı politikalarından vazgeçtikleri için değil, ortama uyum sağlama amaçlı bir manevradır. Bunu teşhir etmek Leninistlerin görevidir.
Bir kez daha: Gece demeden, gündüz demeden, daha enerjik, daha militan mücadeleye!
Taylan Işık