Seçimlere günler kala, bir aşiretin dinci faşist liderlerinin örgütlediği ve yurtsever bir aileden üç kişinin hunharca katledildiği Suruç katliamının gerçek anlamını ortaya çıkarmak için önce Suruç’a bakmak lazım. Nedir Suruç’un özelliği?

Urfa’nın bu ilçesinin başta gelen özelliği, Rojava’nın Kobane ilçesine yakınlığıdır. İkinci özelliği ise, dinci-faşist iktidarın ve faşist devletin bu ilçede özel olarak ve derin bir biçimde örgütlendiğidir.

7 Haziran seçimlerinde Meclis’te azınlık durumuna düşen dinci-faşist iktidar, hatırlanacaktır, hükümeti devretmeyip erken seçim kararı alınca, ilk katliamı bu ilçede yaptırmıştır. Erken seçime, azgın bir faşist terörle gidileceğinin ilk işareti Suruç’ta verilmişti. Katliam, 7 Haziran seçimlerinden yaklaşık bir buçuk ay sonra 20 Temmuz’da yapılmıştı.

Çok geçmeden, yaklaşık iki ay sonra Eylül 2015’te, yani Kasım seçimlerinden bir buçuk ay önce, bu sefer IŞİD’li katil sürüleri, Suruç’un tahıl silolarında saklanarak Kobane’ye kanlı bir saldırı gerçekleştirmişlerdi. Bunun faşist devletin, MİT’in organizasyonu olduğundan sadece ahmaklar şüphe duyar.

Öncesi de var. IŞİD denen katil sürüleri 2014’te Kobane kuşatmasını yine bu ilçeden Rojava’ya girerek başlatmışlardı. RTE, bu saldırının arkasında olduğunu, “Kobane düştü düşecek” sözleriyle ifşa etmişti.

Üç yurtseverin katledildiği saldırı, RTE’nin “işi başlamadan bitirmek” ve “HDP barajın altında bırakılmalı” talimatından bir kaç gün sonra geldi. Aynı günlerde, HDP ilçe binalarına, toplantılarına saldırılar peş peşe gelmeye başladı. Kışkırtma en tepeden yapılıyor. “Baktık olmadı, Belgrad ormanlarına toprağa gömdüklerimizi çıkarırız”ın bir örgütlülüğün açığa vurulması olduğunu bu gelişmelerden sonra anlamayan kalır mı acaba?

Dinci-faşist iktidarın sandıkla gitmeyeceğinin, bugüne kadar sayısız belirtisi ortaya çıktı. Suruç bir başka işarettir. Bu işaretin anlamı, dinci-faşist iktidarın kan dökmekten çekinmeyeceği, katliam dahil, iktidarı bırakmamak için her yola başvurulacağıdır.

Toplumun emekçi ezilen, sömürülen kitlelerinin ezici bir çoğunluğu dinci-faşist iktidarın karşısındadır; bundan kuşku yok. Kitleler, dinci-faşist iktidarın, faşist devletin baskı ve teröründen bıkmış durumda. En ufak bir özgürlük ışığına bile büyük bir umutla sarılıyor, faşist iktidara karşı mücadeleye istek duyuyor. Bunlar herkesin gördüğü, görebileceği somut olgulardır; çıplak gözle görülebilecek kadar olgun ve yaygındır.

Ama bu somut olgulardan nasıl bir sonuç çıkarmak gerekiyor? Tekelci sermaye sınıfına ve emperyalistlere güven duygusuyla dolu olanlar, bu tablodan dinci-faşist iktidarın sandıkla, seçimle gidebileceği sonucunu çıkarıyorlar. Bu yöndeki tüm aksi işaretlere rağmen... Burjuva sınıfa ve onun iktidarlarına, devletine güvenen sosyal reformistlerle oportünistlerin umudu, emekçi sınıfların özgürlük için, dinci faşist iktidardan, faşist devletten kurtuluş için besledikleri umuttan çok farklıdır. Bunlar taban tabana zıt iki ayrı durumdur.

RTE’nin, onun somutunda dinci-faşist iktidarın -artık bir hiç olduğu iyice ortaya çıkan Meclis’te çoğunluk kimde olursa olsun beş kuruşluk değeri yok- seçimle, sandıkla gitmeyeceği Suruç katliamıyla bir kez daha gösterilmiştir. Baskı, terör, tutuklama, gözaltı, sandık başında terör, sandık başkanlarının baskı ve hileleri, mühürlü oylar, ters tarafa yazılmış oylar vb vb akla hayale gelmeyecek bin bir yolla işi “iş başlamadan bitirmeye” çalışacaklar. Yine olmadı, “Belgrad ormanlarına” koşup Suruç’ta yaptıkları tatbikatı Türkiye ve Kürdistan’a yayacaklar.

Şöyle ya da böyle -pratikte gerçekleşebilecek her biçimi önceden bilmek, kestirmek mümkün değil, gerekli de değil- iktidarı bırakmayacaklarını; hazırlıklarını seçim sonrasına göre yaptıklarını her durum ve fırsatta açığa vuruyorlar. Bundan şüphesi olması için insanın faşist devlete ve dinci faşist iktidara güven duygusuyla dolu kuru bir bağırsak olması gerek.

CHP, dinci faşist iktidarın, özel olarak ise, RTE’nin en güçlü koltuk değneği olarak, dinci faşist iktidarın tehlikeye düşmesi durumunda, onların yardımına koşmaya hazır. RTE’nin kendini sağlama aldığı Nisan referandumu sonuçlarına karşı kitlelerin sokağa çıkmasını, CHP ve liderinin “kararlılıkla” engellediği nasıl unutulur. Ve bu adamlar daha şimdiden seçimde güvenliği aldıklarını, hile yapılamayacağını; “seçimde hile algısını yıkacaklarını” söyleyerek RTE ve dinci-faşist iktidara itirazın yollarını kesmek için kolları sıvadılar bile.

CHP, dinci-faşist iktidarın ve RTE’nin şöyle ya da böyle, “seçimi kazanmalarına” itiraz etmeyeceğini her fırsatta, dolaylı biçimde, açığa vuruyor. CHP’nin kuyruğundaki sosyal reformist partiler ve oportünistler ise, “CHP olmadan biz ne yapabiliriz ki” demenin ve bir iki sızlanmadan sonra seçim sonuçlarını sineye çekmenin yollarını şimdiden döşüyorlar.

Kürt halkının, emekçi sınıfların ve ezilen, sömürülen, faşizmin baskısından bunalan kitlelerin “bir umut” diyerek sandığa gitme isteği duymalarında anlaşılmayacak bir şey yok. Leninistler, kitlelerin yaşamdan, kendi deneyimleriyle öğrenmelerinin önemini biliyorlar. Bu yüzden, kitlelerin sandığa gitmelerinin önünde engel olmak gibi bir politik yolu izlemezler, izlemeyecekler.

Fakat buna karşılık, gerçekleri ve gerçek kurtuluş yolunu söylemekten, propaganda ve ajitasyonlarını bunlar üzerinden yürütmekten de bir milim geri durmazlar, durmayacaklar. Gerçek şudur: Suruç cinayetlerinin de gösterdiği gibi, dinci-faşist iktidar ve onun başı, seçimle, sandıkla gitmeyecek. Sermaye sınıfı ve emperyalistler, bütün iki yüzlü, sahtekar açıklamalarına karşın, düzenin güvenliği ve geleceği için dinci-faşist iktidarın ve onun başının arkasında duruyorlar. CHP dahil, düzenin bütün güçleri dinci-faşist iktidarın ve onun başının arkasında mevzilenmişler.

Çözüm yolu, dinci-faşist iktidara, onun başına, düzen güçlerine karşı ayaklanma ve devrimdir. Bu mümkündür ve başarılabilir. Emekçi sınıfların, Kürt halkının, ezilenlerin ezici bir çoğunluğu dinci-faşist iktidar ve onun başına karşı; bu iktidar ve onun başına karşı kin ve nefret duygularıyla dolu. Bundan şüphesi olan Suruç’a gitsin, Kürt halkını dinlesin. Ayaklanma havası her yere yayılmış durumda.

Sosyal reformist partiler ve oportünistler ayaklanma ve devrimden söz ettiğimiz için bizi “hayal görmek”le, “hayalperest”likle itham ediyorlar. Gerçekte kim hayalperest, kim gerçekçi? Haziran Halk Ayaklanmasını, 6-8 Ekim Serhıldanını yaratmış; şimdi ise, yıkıcı bir öfke ve kinle dolu halklara güvenen Leninistler mi, yoksa Haziran-Kasım seçimleri ve Nisan referandumundaki tüm deneyimlere karşın dinci-faşist iktidarın ve onun başının sandıkla gidebileceğine hala inanan, buna güvenen sosyal reformist partiler ve oportünistler mi?

Sahi kim hayal görüyor?