Siyonist İsrail, Kudüs kentini başkent ilan etmesini protesto eden ve Filistinlilerin “Nakba” dedikleri felaket gününün yıldönümünde “Büyük Geri Dönüş”eylemi yapan Filistin halkına ölüm kusuyor. Şimdiye kadar, sekiz aylık bebek dahil, her yaştan altmıştan fazla Filistinliyi öldürdü, binlercesini yaraladı, sakat bıraktı.
Bütün bu vahşet, dünyanın gözü önünde olup bitiyor. İlerici insanlık dünyanın her yerinde Filistin halkıyla dayanışma; ABD emperyalizmini ve siyonist İsrail’i protesto etmek için sokaklara döküldü. Ama şu gerçeği bir kez daha gördük: Protestolar, katillerin cinayet işlemelerine ve cinayet işlemeye devam etmelerine engel olmuyor. Natenyahu denen katil, Filistinlilerin katledilmelerini “tavuk dansı” oynayarak “kutladı”.
ABD emperyalizmi, dünya işçi sınıfı ve emekçi halklarına karşı başlattığı savaşı yeni bir aşamaya, daha kapsamlı bir noktaya; devletlerarası bir savaş düzeyine getirmeye çalışıyor. Elçilik binasını Kudüs’e taşıyarak, bu kenti siyonist İsrail’in başkentine dönüştürme kararı ne tesadüftür ne de kendi bilmez Trump’un densizliği sonucudur. Bu karar, Filistin halkını savaşa kışkırtmak, İsrail’in eline bir savaş bahanesi vermek için alınmış ve uygulanmıştır.
ABD’nin, İran’la yapılan “nükleer anlaşma”dan çekilmesi, Suriye’de askeri yığınak yaparak güçlerini tahkim etmeye çalışması, en sonu, İsrail büyükelçiliğini Kudüs’e taşıması birbiriyle bağlantılı olarak ele alınırsa doğru açıklanabilir. ABD’nin bir savaşı kışkırtmaya çalıştığı son derece açık. ABD emperyalizmi zayıflıyor, dünya hegemonyası yıkılıyor, giriştiği tüm saldırı ve işgal girişimlerinde ne bir “zafer” kazandı bugüne kadar, ne de artık kimseye diş geçirebiliyor.
Bu çöküşü, bu zayıflığı savaş çıkararak, savaşları kışkırtarak ortadan kaldırmaya çalışıyor. Suriye ve İran’a karşı geliştirdiği saldırgan politikalardan sonra, Ortadoğu’da İsrail’i Filistin halkının üstüne salması bu politikanın sonucudur. İsrail, Ortadoğu’da hem bir karşı-devrim merkezidir hem de bir savaş odağıdır.
Ancak işler hiç de ABD ve İsrail’in istediği gibi gitmiyor. ABD-İsrail ikilisi İran’la bir savaş ortamı yaratarak Avrupalı emperyalistleri kendi arkasına takmak ve tahakkümü altına almak isterken, tersi bir durumla karşılaştılar. Başta Almanya, Fransa ve İngiltere olmak üzere Avrupalı emperyalistler, ABD’ye meydan okuyarak İran’a karşı konumlanmayı reddettiler. Elbette kendi emperyalist çıkarları gereği böyle davrandılar. Ama nedeni ne olursa olsun, 2001’den farklı olarak, ABD’nin peşine takılmayı kabul etmediler. Emperyalistler arası çelişki, şimdi, dünden çok daha derin ve keskin. Bilindiği gibi 2001 11 Eylül provokasyonundan sonra ABD emperyalizmi dünya halklarına karşı bir savaş başlatarak o savaş havasıyla Avrupalı emperyalistleri kendine boyun eğme noktasına getirebilmişti. Şimdi durum tam tersi.
Sadece Avrupalı emperyalistler değil, ama Mahmut Abbas/El Fetih gibi işbirlikçiler de ABD ve İsrail’e karşı açıktan cephe almak zorunda kaldılar. Ne Mahmut Abbas/El Fetih ne de bölge gericiliği, işbirlikçi politikalarına karşı eskisi gibi devam edebilirler artık.
Ama asıl önemli değişim, Hamas-Filistin halkı arasındaki ilişkilerde oldu. Bilindiği gibi, Hamas, Müslüman Kardeşler çetesi-ABD-İsrail üçlüsü tarafından, Filistin devriminin gerici kanallara akıtılması, marksizmden güçlü şekilde etkilenmiş FHKC, FHKC-Genel Komutanlık gibi devrimci örgütlerin zayıflatılması amacıyla kurulmuştu. Suudi Arabistan, Katar, İran başta olmak üzere, gerici devletle Hamas denen çeteyi para, silah ve daha pek çok yönden imkanlara boğarak güçlendirdiler. Devrimci örgütler, 1980’li yılların sonlarından itibaren zayıflamaya başladılar ve Hamas neredeyse en güçlü örgüt haline geldi. Öyle ki, Türkiye’den bazı ahmak yapılar bile Hamas’a “selam” durmaya başlamışlardı.
Filistin Devriminin sırtına saplanan bu hançerin bilenmesinde Suriye devletinin de önemli payı oldu. Hamas’ı yıllarca besleyen, barındıran, her türlü olanağı sağlayan Suriye devleti, aynı süreçte Filistinli devrimci örgütlere olan desteğini kıstıkça kısıyordu. Fakat, herkesin gerçek politik karakteriyle tarih sahnesine çıkmak zorunda kaldığı Suriye savaşı patlak verince Hamas da, asıl sahiplerinin yanındaki yerini aldı. Suudi-Katar-Türkiye-Ürdün- İsrail gibi gerici/faşist devletlerle ABD-Fransa gibi emperyalistlerin cephe hattında saf tuttu. Güya İsrail’le “düşman” olan Hamas, Suriye savaşında İsrail’le omuz omuzaydı.
Hamas, dünya gericiliği yanındaki safında yer alırken Filistinli devrimci örgütler, Suriye sahasında dinci faşist çetelere, katil sürülerine karşı savaşıyorlardı. Bu elbette Filistin halkının gözünden kaçmazdı; kaçmadı. Filistin halkı, son bir kaç yıldır bu dinci/gerici çetenin geçek yüzünü gördükçe ondan uzaklaşıyor, Filistin’in devrimci örgütlerine doğru yöneliyordu.
Son intifada, bu süreci hem su yüzüne çıkardı hem de hızlandırdı. “Nakba”, yani “Büyük Geri Dönüş” ve Kudüs ayaklanması, Hamas’ın Filistin halkı üzerindeki etkisinin ne derece zayıfladığını ortaya çıkardı. Yüzden fazla kişinin öldüğü, binlerce Filistinlinin yaralandığı bu görkemli ayaklanmada Hamas’ın adı neredeyse hiç anılmadı. Ayaklanma sırasında İslami Cihat denen dinci örgütün adı ise, akıllara dahi gelmedi.
Bu, hiç kuşku yok, Filistin devrimi açısından bir dönüm noktasıdır. Suudi Arabistan’dan Katar’a; Mısır’dan İran ve Türkiye’ye kadar gerici/faşist devletlerin sınırsız para, silah, maddi ve teknik olanaklarla parlattıkları Hamas’ın yem borusu daralınca, Filistin halkı, devrimin gerçek güçlerine yönelmeye başladı.
Son intifada bu sürecin bir süredir başladığını ve belli bir noktaya geldiğini gösterdi. Filistin devrimini bu güne taşıyan devrimci güçlerin eskisinden de güçlü olacakları bir süreç başlamış durumda.
Filistin halkı ancak bu devrimci yoldan yürürse zafere ulaşabilecek. Gericilik, zaferin önünü kesmek için Filistin devrimini yolundan saptırmaya çalıştı. Geçici bir dönem bunda başarı da sağladı. Fakat şimdi o geçici dönem sona eriyor. Filistin devrimi tekrar zafer yoluna giriyor.
Elbette, Filistinli devrimci örgütlerin bundan böyle izleyecekleri politikalar zafere ulaşılmasında temel bir rol oynayacak. Uzlaşmacı, işbirlikçi politikanın Filistin halkına kan ve gözyaşından başka bir şey getirmediği ortada. İsrail ve onun arkasındaki emperyalist güçler, gericilik sadece devrimci zordan, güçten anlarlar.
İsrail’in yıkılması ve iki halkın, Filistin ve Yahudi halklarının birlikte yaşadığı bağımsız, özgür bir Filistin devleti ancak bu yolla gerçekleştirilebilir..
Taylan Işık