Kış sayımızda estetiğin kategorilerinden güzel-olan ile çirkin-olan arasındaki ilişkiyi ele almış, sanatta güzel-olan ile çirkin-olanın ne olduğunu incelemiştik. Bu sayımızda ise yüce-olan ile aşağı-olan arasındaki ilişkiye bakacak, yüce-olan nedir, aşağı-olan nedir sorularına cevap vermeye çalışacağız.
Güzel-olan ile yüce-olan ve çirkin-olan ile aşağı-olan arasında bir anlam birliği olduğunu belirtmeden geçmeyelim. Bilirsiniz, bazen bir güzellik karşısında, öyle bir şaşkınlık yaşarız ki onu yalnızca güzel diye adlandırmak yeterli gelmez bize ve “ne kadar yüce” deriz. Tıpkı yan tarafta bulunan tablo karşısında hissettiğimiz duygu gibi. (Bu duyguyu yaşayabilmek için Önsöz dergisine bakmak lazım.)
İnsanların davranışlarını, iyi, kötü, çirkin gibi kavramlarla adlandırırız. Ama öyle bir davranışla karşılaşırız ki, bunu anlatmak için yukarıdaki kavramlar yeterli değildir. O davranış için “ne aşağı, ne bayağı davranış” deriz. Neden o davranışı çirkin değil de aşağı ve bayağı buluruz.
Tüm bu benzerliklere ve aralarındaki ilişkiye rağmen bu kategorilerin birbiriyle özdeş olduğu sonucunu çıkarmamalıyız. Kagan, güzel-olan ile çirkin-olan ve yüce-olan ile bayağı-olan arasındaki ilintiyi şu şekilde ortaya koyuyor: “Güzel-olan ile çirkin-olan, gerçek-olan ile ideal-olan arasındaki bağlaşıklığı nitel açıdan, yüce-olan ile bayağı-olan ise bu bağlaşıklığı nicel açıdan dile getirmektedir.” (s.150)
Yüce-Olan Nedir?
“Yüce-olan Üstüne” adlı incelemesiyle bu sorunu ele alan Lenginus Cassius olmuştur. Bizim ulaşma şansımızın olmadığı bu çalışma için Kagan’ın öğretmenliğine başvurarak, öğreniyoruz ki, “Longinus Cassius’tan bu yana, yüce-olanın içerdiği, nitelik ile nicelik arasındaki özel bağlam, idealist estetikçe her zaman için gizemselleştirilmiştir. Görkemli, anıtsal, ölçünün üstünde olan şeyler, Cassius ile öğrencilerinin gözünde, tanrının her şeye yeten gücünün bir anlatımı olarak görülmüştür.”
İnsanlığın doğa karşısında yaşadığı çaresizliği ve doğa olayları karşısında yaşadığı şaşkınlığı aşar aşmaz, yüce-olanı tanrısal olanda aramaktan vazgeçmiş, yüce-olanı doğanın kendisinde, doğanın kendi temel güçlerinde aramıştır. Artık doğa olaylarını estetiksel olarak değerlendirmeye başlamıştır. Yüce-olan artık onun için bereketi taşıyan nehirler, yağmur gibi doğa olaylarıdır. İnsan düşüncesinin daha da geliştiği, değer yargılarının zenginleştiği dönemde yüce-olan artık yalnızca boylu-poslu olan, görkemli olan değil, aynı zamanda tanrılardan ateşi çalan ve insanlığa armağan eden, bu arada tanrılar tarafından cezalandırılan Prometheus’un insanlık adına yaptığı eylem yüce-olandır.
İkinci dünya savaşında faşist Hitler ordusunun Moskova önlerine kadar dayandığında, Sovyet askerlerinin “bir adım gerimiz Moskova, geri adım atmak yok” diyerek savaşan ve ölümü göze alan davranışı yüce-olandır. Diyarbakır zindanlarında yaşanan insanlık dışı uygulamaya karşı, “burada yaşamak ihanettir” diyen Dörtler’in bedenlerini ateşe verişi yüce-olandır. Yani “insanda yüce-olan şey aynı zamanda kahraman-olan şeydir.” Sanat bu örnekleri ölümsüzleştirmiştir.
Anıtsal bir eser yaratmak istiyorsak, örneğin, bu eser bir ölüm orucu savaşçısının heykeli olacaksa, burada eylemin kendi niteliğine uygun bir özü ve biçimi yansıtması zorunluluktur. Yıllar sonra bu heykeli görenler, ölüm orucu eyleminde yer almış bir insanın tüm yanlarını bulabilmelidir. Eyleminin niteliğine uygun bir öz ve biçimi yansıtmalı, izleyene bunu hissettirebilmelidir.