Kendimize sormamız gereken sorulardan biri de burjuvazinin Gezi’den neden bu kadar çok korktuğudur. Neden burjuva mahkemeler, Gezi’nin devrimci tutsaklarına elli yıllara varan “ceza”lar veriyor. Neden her çevreyi koruma amaçlı eyleme, neden her sokağa çıkana, neden her grev kararına, neden her şeye “bunun arkasında Gezi var!” diyerek saldırıya geçiyor. Cevabı açık ve ortada: Çünkü Gezi’yi yaratan nedenler, toplumsal çelişkiler olduğu gibi duruyor. Hatta bu çelişki şimdi hiç olmadığı kadar derin ve çözümsüz! İşte burjuvazinin uykularını kaçıran gerçek bu.
Burjuvazi ve işbaşındaki dinci faşist parti bu gerçeğin farkında, hatta gelen “ikinci bir Gezi”nin birinciyi mumla aratacağını da biliyorlar. Haklılar da; devrim bir ayaklanmalar silsilesidir. Gelen her yeni dalga bir öncekinden öğrenerek, bir öncekinin yaptığı hataları telafi ederek gelir, ta ki o son her şeye, kati suretle bir son veren dalgaya kadar bu böyle sürer. Bizim “Gezi” her ne kadar “çiçek çocukları” hareketi değildiyse de, sahip olduğu devrimci özü kendi pratiğine tam olarak yansıtamadı, yansıtma fırsatını bulamadı. Fakat yine de Gezi ilk dersini aldı: ilerlemesi gerekirken ilerlemedi! Şimdi biliyor; zaferin barikatın arkasında değil, önünde olduğunu. Zafer, devrimin sağlam barikatlarının eseri olmaz, karşı-devrimin barikatlarını yıkanların eseri olacak.
Burjuvazi ise çaresiz. Tek yapabildiği tehdit, faşist terör ve on yıllara varan hapis cezaları vermek. Oysa Gezi zaten tüm bunlara rağmen başlamış, hatta dizginsiz faşist terörü bile kendine neden yapmıştı. Peki burjuvazinin şuan yaptığı ne? Bir öncekinin aynısı. Oysa sınıf savaşında da, diğer tüm savaşlarda olduğu gibi, taraflar karşılıklı taarruza geçtiğinde kimse karşı tarafın ateş açıp açmayacağını sorgulamaz. Tersine açacağından emindir. İş buraya geldi mi: “Dur yoksa ateş ederim!” dünyanın en anlamsız sözü olur. Burada sorun artık durmak değil durmadan ilerleyebilmektir. İşte şimdi gelen bu bilinçle geliyor.
Geçtiğimiz yakın günlerde Fransız emekçileri sokak savaşlarının ortasında şöyle bir pankart açmıştı: “Yarım kalan bir düşü tamamlamaya geldik: Yaşasın Paris Komünü”. Elbette Gezi bir Paris Komünü değildi, aralarındaki benzerliklerin ve farklılıkların hepimiz bilincindeyiz. Fakat yine de bu pankartı görüp de “Gezi”yi, bizim yarım kalanımızı, düşünmeyen olmuş mudur? Tarih bize sık sık göstermiştir ki aradan yıllar geçse de devrimler yarım kalmıyor ve başlayan yürüyüş sonucuna vardırılarak tamamlanıyor. Örneklerini biliyoruz; 1905’te yarım kalan düşünü Rus proletaryası dönüp gelip 1917’de tamamlamadı mı ya da Küba’da Moncado baskınıyla yarım kalanı bir kaç sene geçmeden Sierra Maestra’dan kopan fırtına tamamlamadı mı? İşte Fransız proletaryası 150 sene sonra bile “yarım kalan düş”ünü tamamlayacakta. Gezi’nin cesur insanları onu yaratanlar, katılanlar, destekleyenler hepsi içten içe de değil bilince çıkarmış olarak farkındalar ki; “Bir şeyler yarım kaldı ve tamamlamalıyız!”
İşte bu yüzden tesadüf değil Fransa’daki “sarı yelekliler”i görenlerin burada sarı yelek alanların listelerini çıkarmaları. Sen Nehri’nin kıyısında dövüşenlerle Dicle’nin kıyısında dövüşenlerin, Sen Nehri’nin kıyısında çarpışanlarla bir kıtadan diğerine, Boğaziçi Köprüsünden çarpışa çarpışa geçen Gezi’cilerin aynı ruh haliyle bilinçle dövüştüğünün bilincinde burjuvazi. Olanın bitenin farkında! Haklı da, çünkü devrimci dalga dünyayı sardı. Gezi’nin neferleriyle şu an Fransa’da “Zafer Takı”nın önünde dövüşenler birbirlerinden farklı değil. Artık, “her yer Gezi!”, ve her yer Sierra Maestra ve her yer bir sabah Vietkong savaşçılarının radyosundan geçen; “Saygon Kurtarıldı Yoldaşlar!”...
Cesaret ve bilinç sokaklara indiğinde, indiğinde coşkun nehirler gibi indiğinde yıldırımlar gibi indiğinde fırtınalı denizler gibi akrebin yelkovanı geçtiğini göreceğiz. Çünkü zaman, şaşılacak derecede hızlı ve durdurulamaz öfkeli bir sel gibi akarak gidecek. O cesareti ve o bilinci taşıyanlar sokaklara inecek: Yarım kalan bu düşü tamamlayacağız!
Şimdi varoşlardan, fabrikalardan, grevlerden, kulübelerden devrim sesleri yükselmeye başlıyor. İşçiler gözlerini karartınca, emekçiler artık başka bir yolu yok deyince başladı saraylarda depremler. Çoktan aldı başını gitti, her kapının ardında bir “Gezi” olduğuna inanan burjuvazinin paniği. Ecel teri gibi dökülüyor dillerinden korkunun dehşetli gizlenemez varlığı. Kan tutmuş hastalar gibi, kendi arasından dehşete kapılır gibi şuursuz bir saldırganlığa başladılar. Ama nafile!..
Korkuyorlar ve korkmakta da haklılar. Onlara ecel teri döktüren bu korku boşuna değil. Onları öyle narin, öyle sevecen, hani sorunların bir bir çözüleceği güneşli günler beklemiyor. Korkmakta yerden göğe kadar haklılar.
Katliamla, vahşetle, zindanla, hücreyle durduramayacakları, baskının ve faşist kudurganlığın çaresiz kalacağı yeni bir dalga geliyor. Korkmakta haklılar.
Yolun sonuna gelindiğini yolcudan daha iyi kim bilebilir ki? Burjuvazi ve dinci faşist parti, yolun sonuna geldiklerini gayet iyi biliyorlar. İşçi ve emekçiler; “yeter artık! Kurtulalım bu kan emicilerden, başka çıkar yol yok!” demeye başladı bile. Her gün çok daha gür ve çok daha fazla işçiyle söylenecek olan söz artık budur. Bu ses çoğalacak bir fırtınaya dönüşecek ve şimdi yavaş yavaş duyulmaya başlansa da yakında dünyayı sarsacak güce erişecektir.
Kenan Kızıl