Çokça verilen bir örnektir; "Kapitalizm insanları şişede suya alıştırdı" diye. Peki gerçekten böyle mi? Bir kaç örnekle bu soruya cevap vermeye çalışalım. Zira sadece şişe su değil, bin yıldır evimizin kıyısından akıp giden derelerle bizim aramızda sürekli cebimizdeki parayı azaltan elektronik bir sayaç var. Elbette "alışmadık", "hiç mi hiç alışmadık", "sineye çekmiyoruz" denecektir. Hatta "Bir şişe suya üç kuruş vermemek için sokağa çıkmaya, eylem yapmaya, tutuklanmaya değer mi? Hem biz basit şeyler için dövüşmüyoruz, bu bir olgunluktur. Yoksa kanıksadığımızdan değil" diyecektir bazıları.

Fakat bu bazılarının aksine, birileri gerçekten bu durumu kabullenmemiştir. Onlar ormanına, suyuna, onlar sokağına, parkına sahip çıkar. Kanıksamaz, kabullenmez ve alışmaz. Kapitalizm onlara onca kötü şeyi yavaş yavaş kabullendiremez. İşte bu yüzden çıkar Havva analar, işte bu yüzden kırmızı elbiseli kadınlar dans eder, Gezi'nin düşmanlarının karşısında, işte bu yüzden Kuzey Ormanları için dövüşür onca can, işte bu yüzden Artvin'in sütü değerli olur altından ve hatta Amasya'nın, Amed'in, Manisa'nın. İşte ve işte bu yüzden dövüşür yaşlısı, genci dört bir yanda doğa düşmanı kapitalizme karşı. Yani diğerlerinin aksine birileri gerçekten kabullenmez!

Bazıları elbette emek sömürüsünü de kabullenmedi. "Hiç, asla mümkünatı var mı?" Peki öyle mi? Son bir kaç ay içinde onbinlerce işçi işten atıldı. Bu bazıları ne kadar karşı çıktı buna? Elbette hoşnutsuzlar, elbette memnuniyetsizler, elbette mırın kırın ettiler, hatta içlerinden sövüp saydılar. Fakat belki bunlar dün karşı çıkma sayılabilirdi, ama bugün değil. Bu sosyal itfaiyeciler, bu uyuşuklar, bu Lenin'in tatlı su devrimcilerinden saydığı gevezeler şimdi "alışmadık" diye itiraz ederler. Hatta bağırırlar, ama gerçekten de insan merak ediyor, bu itirazın samimiyet derecesi nedir?

Fakat bu bazılarının aksine birileri gerçekten karşı çıktılar ve çıkmaya devam ediyorlar. Hatta inadına ve ısrarla binlerce işçi, tutuklanma, işkence ve zindan pahasına greve, işyeri işgallerine ve eylemlere devam ediyorlar. Cesur duruşlarıyla kendi sınıflarının yolunu açıyorlar.

Hani gençler var ya, o gençler, hani yarınlar için, emekçiler için dövüşen gençler. Hani vuruluyor, ölüyor, yaralanıyorlar! Hani o genç kadın ve genç erkeklerin binlercesi zindanlarda şimdi. Onlar oradayken bırakıldı bir bir halk düşmanları. Tecavüzcüler, kadın katilleri, uyuşturucu baronları ellerini kollarını sallaya sallaya çıktılar dışarı, tekrar, tekrar. Fakat devrimciler hala orada, zindanlarda kimisi on, kimisi yirmibeş yıldır. Elbette bu bazıları kabullenmedi bunu, elbette kınadılar, elbette eleştirdiler. Hatta dost meclislerinde mangalda kül de bırakmadılar ve hatta protesto telgrafları bile çektiler Lenin'in "burjuvazinin ahırı" dediği yere! Oysa işe yaramayan pasif itirazlarla öncüleri zindana mahkum edilen emekçilerin gelecekleri de mahkum ediliyor, o karanlık hücrelerde çürümeye!

Fakat bunların aksine gerçekten karşı çıkanlar var! Onlar sokaklarda, meydanlarda haykırıyor; "Zindanlar yıkılsın tutsaklara özgürlük" diye. Onlar biliyor mesele sadece eşini çocuğunu, yoldaşını kurtarmak değil, mesele özgürlüktür. Ve mesele özgürlükse, tek bir devrimcinin tutsak olması bile, hiç kimsenin özgür olmadığı anlamına gelir. Dahası devrimci tutsağın esareti sadece bugün yaşayanların değil, yarın yaşayacak olanların özgürlüğüyle de koparılmaz bir bağ içermektedir.

Bin yıllık kentler tanklarla yerle bir edildi. Katliamlar oldu ve yaralı yaşlı genç demeden yüzlerce insan bodrumlarda üstlerine benzin dökülerek yakıldı. Bu bazıları nasıl tepki verdi buna ve neydi tepkileri? Elbette yapılanları kabul etmediler. Elbette reddettiler. Elbette "demokratik tepki"lerini gösterdiler. Gösterdiler göstermesine de, yüzlerce insan hala o bodrumlarda ve hala o alevlerin arasında yanıyor! O kentler hala harabe ve hala kan emici kapitalizm için tüm vahşetiyle sürüyor bu kıyım. Fakat birileri ne yapacaklarını iyi biliyor. Onlar Newroz'a hala milyonluk katılım yaparken "demokratik tepkilerini gösterme" komedisine katılmıyor. Verilen mesaj açık. "Cellatlarımızla barışmayalım." Şimdi dinamiti mayalıyorlar ve görünen o ki, bu maya tutuyor.

Bazıları kanıksamadı hiç mi hiç alışmadı! Fakat resmi raporlara göre "binlerce çocuk hamile!" Henüz kendi kararlarını verecek olgunluğa erişmemiş olan ve bu yüzden de tüm toplumun koruması altında bulunan yani gözbebeğimiz gibi korumakla görevli olduğumuz çocukların binlercesi "çocuğa karşı işlenen cinsel suç" ibaresiyle yasada yer alan tecavüz işkencesi mağdurudur. İşte "hamile" sözleriyle üstü örülen gerçek bu... Binlerce çocuk bu işkenceye maruz bırakıldı. Elbette bazıları bunu kabullenmedi ve bir kez daha "burjuvazini ahırı" olan o yere protesto faksları çektiler. Ya da bunun gibi şeyler yaptılar. Bazıları lütfedip iki satırla konuya değindiler. "Öyle ya bunlar toplumun kurbanıydı." Ama hiç biri bu suçun azmettiricilerine dair bir çift söz etmedi. Bu suçu işleyenler şu an aramızda ve öyle, bu bazılarının sandığı gibi kendileri de çocuk falan değil. Peki bunlara şimdi "eş" mi denecek. Hangi vicdan bunları kurbanların "eşi" görebilir. Bu insanın kalbini kanatmaz mı... Ya sonra yarın bunlara "baba" da denecek mi... Binlerce çocuk bu "baba"ların yanında mı büyüyecek!

Biliyoruz ki, şimdi bazıları bunu "örf ve adetlerimizle" açıklamaya kalkışıyor hem de aymazlıkla. Fakat başka birileri de çıkarak diyor ki, "o çok övdüğünüz örf ve adetlerin en az yarısı cinsiyetçidir, ırkçıdır ve işgalcidir!" Hatta diyorlar ki, on dördündeki kız çocuklarının bedenlerine toplum olarak saldırmanızın ikiyüzlü savunusudur. ("On iki yaşında gelin ettiler" isimli ağıt, hala "kına gecelerinde” kadınlarca birçok bölgede yakılmaktadır!) Yani o birileri der ki; "Hatta ve hatta o övmeye doyamadığınız, o "asil", o "yüce", o "kudretli" örf ve adetleriniz tecavüzcüdür.

Çünkü o birileri biliyor ki, tıpkı dünün egemen sınıfları gibi bugün de burjuvazi bu örf ve adetleri emekçilere karşı "ustalıkla" kullanıyor, o birileri biliyor ki, bu sadece ahlaki bir sorun değil, aynı zamanda emekçileri köleleştirmenin bir aracı. Baş eğmiş insanlar istiyorsanız, baş eğmiş analar yaratmalısınız ve kadınlar işte bu yüzden çocuk yaşta bu ve benzeri saldırılara maruz kalıyorlar. Çünkü çocuklar boyun eğerse, ne yarın kalır ne özgürlük.

Eğer bunları okuyor ve rahatsız oluyorsanız hala umut var demektir. Rahatsız oluyor "ama" diyerek bir şekilde "açıklamaya" çalışıyorsanız ikiyüzlüsünüzdür. Yok herhangi bir şekilde savunuyorsanız siz bu yazıyı hiç okumayın.

Bazıları da olup biten her şeyin farkında, ama olup bitenlere karşı savaşım içinde olanları haklı bulmakla yetiniyor. Yani aralarına katılmıyor; çünkü: nasıl olsa devrimciler dövüşüyor! Öyle ya nasıl olsa halkların bu cesur öncüleri varken onların rahatı niye bozulsun ki? Hem zaten devrimciler ölümü bile göze almış, ama bizim canımız kıymetli! "Hem onlar üniversiteden atılmayı göze almış, ama bizim doktor mühendis olmamız şart", "Hem onlar işsiz kalmayı, zindan ve işkenceyi göze alarak partiyle partinin içinde devrim için savaşabilir, ama bizim çocuklarımız var ve zaten biz bu kavramları 'aşırı' buluyoruz." Evet bazıları acımasız emek sömürüsünü ve vahşet derecesini aşan faşist terörü değil de, insanın insanı sömürmediği bir gelecek için verilen kavgayı 'aşırı' buluyor.

Tabii gene de tüm bunlara alışmadılar. Hem de hiç mi hiç alışmadılar. "Hele bir zamanı gelsin" aleme gösterecekler. Kentler yerle bir edildi. Gezi'nin gençleri Berkin, Ali İsmail, Abdocan ve diğerleri hala vuruldukları yerde göl olmuş kanlarının içinde yatıyorlar ve hala bodrumlarda yakılıyoruz ve hala Kürt'ü vurana madalya takıyorlar. "Hele bir zamanı gelsin" gösterecekler!.

Fakat birileri var ve onlar diyor ki; "Kimse karartmasın sinesini. Bir kaç uyuşuktan başka olup bitene alışan kimse yok. Aldırmayın bunların ruhsuz sözlerine, bağıra bağıra gelen baharı karşılamaya hazırlanın!” Dinleyin onları, bin kez vursalar da bin birinci kez ayağa kalkan bu civanları dinleyin. Onlardan on yedisi Küba'da bir dağda bir araya geldiklerinde bir devrim başlatmışlardı. Bizde binlercesi var!

Kavga katı ve destansı, susanlar da var ama son sözü hep dövüşenler söyler. Çünkü ya ilerleyecek ve dünyayı kurtaracağız ya da bekleyip çürüyeceğiz ve mahvolacak tüm dünya. Milyonlar bu gerçeğin farkında. İşte bu yüzden o "bazıları" dışında hiç kimse hiç bir şeyi kabullenmiyor! Yürüyeceğiz!

Kenan Kızıl