Kimsenin bilmediği bir şey değil söyleyeceğimiz. Kimse de kandırmaya çalışmasın kimseyi. Polyana ya bu topraklara hiç ayak basmadı ya da geldiği saniyeyle döndüğü saniye bir oldu. Yine de mavi boncuk dağıtmaya çalışanlar olmadı değil. Ama ne dağıtanlar ciddiye alındı ne de dağıttıkları sahte mavi boncuklar.

Bizim öykülerimizde polyanalar olmaz, bizimkilerde cellatlar ve kurbanlar, haramiler ve yiğitler vardır. Bizim dağlarımızda çocuklar özgürce koşup oynayamaz. Bizim dağlarımız her gün napalmlanır. Ve Ceylanlar daha büyümeden havan toplarıyla vurulur. Başka yerlerde masallarla büyütülür çocuklar, uyuyan prenseslerle. Biz Ferhat ve Şirin’le Mem û Zin'le, Zaloğlu Rüstem’le, Köroğlu’yla, Agiri’yle, Dersim’le isyanların ve sevdaların diliyle büyütürüz.

Fakat bazen bu gerçek, unutuluyor diyemeyiz ama hani unutulmuş gibi davranılıyor. Gibi davranılıyor ve bazı şeyler görmezden geliniyor! Ya da bir çok şey.

Görmezden gelmek bir tercihtir ve kötü olana verilmiş bir ödül değilse de kesinlikle bir ödündür!

Aslında bu gerçekten mümkün değil, çünkü eğer fiziki bir engelimiz yoksa bizim biyolojik faaliyetimiz genetik olarak görmeye ve duymaya kodlanmıştır. Hatta konuşmaya. Yani kör değilsek görürüz, sağır değilsek duyarız ve yaşıyorsak hatırlarız. Bilinçli bir tercihtir görmezden gelmek. Ama masum bir tercih değildir. Yapılan kötülükleri görmezden gelmek insanın insana riyakarlığıdır, bencilce bir yanı vardır. Görmezden gelmek yok saymakla aynı şey değildir. Yok sayan kendine yönelen tavrı gördüğünü anladığını karşısındakine ifade eder sadece muhatap almaya layık görmez. Yok saymanın cesurca bir yanı vardır, kötü olanı görmezden gelmeninse korkakça. Evet korkmakta bir tercihtir ama korkağa da cesur payesi biçilmez zaten.

Gördüğünü, duyduğunu, şahit olduğunu unutmayı seçebilir insan. Yani inkarı!.. Fakat bu aslında bir gün dönüp dolaşıp karşınıza çıkacak olan esaslı bir lanettir. Evet geçmiş tercihlerimizin bazıları köreltir vicdanımızı. Başta fark edilmese de zaman geçer ve on an gelince, bir zamanlar gömerek geçtiğimiz, hakkında bu kararı verdiğimiz o gerçek dikilir karşımıza.... Vicdan, insanı kendi benliğinin karanlık kuyularında bile bulur, çıkarır karşısına bir zamanlar unutulmak isteneni, bunun için seçileni... Kimse bu savaşta, kendi vicdanına karşı dokunulmaz değildir ve tamamen ölmemişse bu savaştan er ya da geç zaferle çıkan vicdan olacaktır.

İnkar, kolay bir tercih değildir. İnkar; insanın içinde yaşadığı topluma yaşananlara, kendine ve gerçeklere karşı ihanetidir. Olana olmadı, görülene görülmedi, duyulana duyulmadı demek için bir insanın önce kendi karakterini öldürmesi gerekiyor. İnkar bir çeşit intihardır. İnsanın gerçek benliğini öldürerek yerine bozuk bir kopyasını koymasıdır. Kolay bir şey de değildir. Hiç kolay bir şey değildir. Olana olmadı demek o kadar da kolay olmasa gerek.

Elbette ki bu, güzel şeyler olmuyor anlamına gelmez. Tersine inadına güzel şeyler oluyor... Umutsuz olmak görmezden gelmek kadar olmasa da yorar insanı. Umutsuz yüreklerin taşıdığı bedenler dikilip de ayaklarının üstüne cehennemler cesaretiyle yürümez! Umutsuz topraklardan, Denizler Kenanlar, Aysunlar, Sibeller çıkmaz. Umutsuzlukla yüklü gemiler, bizim Deniz’in hırçın dalgalarını aşıp da limanlarımıza giremez ve yükü umutsuzluk olan hiç bir gemi de bu limanlardan ayrılamaz. İşte bu yüzden güzel şeyler oluyor ve olmaya da devam edecek.

Umut şüphesiz, burada düşmez kaleler gibi ayakta ama kötü şeylerin sayısı artıyor. Oysa tersi olmalı.

Belki de bir tür çözüm sanılıyordur, görmezden gelmeler!.. O halde eğer, görmezden gelirsek çocuk tacizlerinin ve tacizcilerinin sayısı artmaz!.. Görmezden gelirsek kadınlar katledilmez, hatta özgür bile olurlar! O halde sormak lazım bunu yaparsak çocuklarımız, sevgilimiz ve annemiz güven içinde olacak mı? Yoksa görmezden geldiğimiz katilimiz sevdiklerimizin?..

Hadi deneyin! Bakın bu bir çözüm müymüş. Mesela; görmezden gelirseniz trenler raydan çıkmaz ve üç kuruş daha kar için yolcular katledilmiş olmaz, uçaklar köylülerin üzerine bombalar yağdırmaz! Görmezden gelirseniz, zırhlılar her gün birilerini ezip, geçmez, sorgusuz sualsiz! Görmezden gelirseniz Soma'da madenciler ölmez. Analar ağlamaz, Seyit Konuk idam edilmez, Medeni, Abdocan, Berkin Elvan katledilmez. Görmezden gelirseniz Ali İsmail uyanır, yedi bıçak yarasına rağmen Magusa Limanı çiçek bahçesine döner ve Ali dimdik yürür, Magusa'ya da varmaz kan kusa kusa. Görmezden gelirseniz Nazım vatan haini olmaz. Ahmet Arif bölücü, Yılmaz Güney firari... Görmezden gelirseniz gözlerinize ihtiyacınız kalmaz, kalbinize ve bilincinize de.

Eskiden görmezden gelinir ve etrafından geçilir gidilirdi, tüm kötü şeylerin. Ama artık bu mümkün değil. Etrafından kör numarası yaparak geçtiğimiz o kötü şeylerin sayısı artıyor. Artık salonumuzda misafir, komşuda ev sahibi, uçakta first class yolcusu, gemide kaptan, otobüste şoför. O kötü şeyler hayatı kapsıyor ve amacı ezip geçmek bizi.

Oysa etraflarından dolanmak niye? Oysa biz daha çok yürümeliyiz üstüne üstüne “celladın, hainin, halden anlamazın”. Zaten tanıyoruz onları, tanıdıkta büyüdük. Tükürmedik mi yüzlerine defalarca şairin dediği gibi; yürümedik mi üstlerine okulda, sırada, iş’te...

Korkunun bir mazereti yok korkmaktan başka ama dövüşmenin binlerce nedeni var. Asla durmamak için binlerce neden. Varsın gelmesin Polyana, hatırımız kalmaz. Biz hikayemizi farklı yazıyoruz içinde büyüdüklerimiz kadar farklı.

Görüyor musun?

Seni ihbar etmeye hazır ispiyoncuyu, komşun, muhtar, kapıcı ve imam.

Görüyor musun! Çocukları ve kadınları -taciz edenleri, çürüyeni küf tutanı, irini... Görüyorsan yürü üstüne!

 

Peki görüyor musun?

Beni

Bizi

Geleceği

Yarınki güzel günler uğruna süren bu savaşı.

Biz seni görüyoruz!

Gel ve katıl aramıza. Görmüyor musun bugün çürümüş! Ve yarına giden bir kervan kuruluyor yola çıktı çıkacak...

Kenan Kızıl