İstatistiki veriler üstünde cambazca kalem oynatma ve matematikle hiç alakası olmayan, kendi icatları bir “matematik”le, bu verileri tersyüz etme konusunda işinin erbabı kimselerin oluşturduğu TÜİK adlı bir kurum yeni bir istastiki veri yayınladı. Bu veriye göre “ülke ekonomisi yaklaşık %7” büyümüş!.. Başta, zekice düşünülmüş bir zaytung esprisi sanıldı. Fakat Maliye Bakanlığı da aynı telden çalınca, bunun bir espri olmadığı anlaşıldı. Böylece gülümsemelerin yerini başka şeyler aldı... Geçim sıkıntısı çeken milyonlar, bu güzel haber karşısında, mutlaka esaslı ve yüksek sesli yorumlar yapmıştır!..
İşin aslı, büyüme denen şey bisküvi paketinden ibaret. Çünkü büyümeye neden olan harcamalar çok büyük oranda tüketim ürünleri üretimine gitmiş. Yani milyarlar, yeni makinalara, gelişmiş teknik donanıma ve kurulan yeni fabrikalara değil, ekmeğe, şekere, ev eşyasına harcanmış.
Analitik düşünme yeteneği zayıf olan kimselerin ortak özelliklerinden başat olanı, kendilerini çok zeki sanmalarıdır. TÜİK insan aklıyla kendince dalga geçmeye çalışıyor. Kendilerini çok zeki olduğunu düşünüyor olabilirler ama ortada olan şey berbat bir illüzyondan ibaret. Nüfusu artan bir ülkede tüketim ürünlerinin satışlarının artmasından daha doğal bir şey olur mu? Bu ekonomik büyüme değil, son iki ayda yaklaşık %30 değer kaybeden ve iyice cılızlaşan Türk lirasının kitlesel ölüm yürüyüşüdür. Kapitalizmdeki para-meta-para döngüsünün kırılmasıdır.
Tüketim ürünlerine giden para bu alanda üretim yapan firmalar ve aracı satış noktaları (market vb) tarafından yeniden üretime yönlendirilmek yerine, lira-döviz-banka kasası veya daha iribaş olanların yaptığı, lira-döviz-borsa gibi bir yola sokuluyor. İşte para-meta-para döngüsü de tam bu noktada kırılıyor. Borsa gibi spekülatif alanlara kaydırılan para üretim alanına geri dönmüyor. Böylesine bir ekonomik büyüme kelimenin her anlamında büyüme değil küçülmedir. Sistem açısından ise tıkanmadır. Spekülatif alana kayan para nedeniyle likidite akışkanlığı hızla düşer, Merkez Bankası çaresizce eline geçen her kağıt parçasını paraya çevirerek piyasaya sürer ancak bu geçici bir çözümdür. Sahaya sürülen bu şanlı Türk liracıklarından oluşan yeni taburcuklar, gıcır gıcır banknotlar yıpranma şansı dahi bulamadan hızla dövize çevrilerek banka kasalarında yığılmaya başlar. Merkez bankasının matbaalarından banka kasalarına olan bu akış liranın hüzünlü olmasa da içler acısı yolculuğudur. Bu kısa yolculukta daha kağıdı yıpranmadan değer kaybetmiştir!..
Dinci-faşizm kendini yırtsa da, vatan millet edebiyatı yapa dursa da, burjuvazi bu konuda hiç de duygusal, yurtsever, milliyetçi refleksler göstermez. Tersine burjuvalar, üretim araçları üretiminden kaçacağı için ithalat artar, bu ticari açığı, ticari açık da dış borcu arttırır, dış borç ise ülke parasının değerini düşürür. Bu kırılması çok zor olan, kısır bir döngüdür. Geçtiğimiz ay bu döngü bir tur attı ve bir ayda lira %25 ile %30 arası değer kaybına uğradı. Şimdi bu döngü ikinci turunda ve görünen o ki sonuçları öncekinden daha ağır olacak. Daha şimdiden yüksek oranlı fiyat artışlarına şahit oluyoruz. Hatta resmi istatistiklerin aksine şu an ki durum yüksek enflasyonik durumdur.
Görüldüğü gibi, eldeki veriler bunun bir ekonomik kriz değil yıkım olduğunu, çöküş olduğunu gösteriyor. Peş peşe devasa fabrikaların kapandığını görüyoruz. Kapanan her büyük fabrika, organize sanayi bölgelerinin bel kemiği olan, fabrika ya da buna yakın üretim kapasitesi olan, üretim tesislerini de kendisiyle kapanmak zorunda bırakıyor. Kapanan her üretim alanı, işsizler ordusuna yeni neferlerin katıldığı anlamına geliyor. Bu, yaşam koşulları daha da kötüleşen emekçi kitlelerini sadece öfkelendirmiyor, alım gücünün düşmesiyle hizmet sektörünü de vuruyor. Çoktandır zaten bel vermiş olan bu sektörden yıkımın çatırtıları geliyor. Kapanan mağazalar, şube sayısını azaltan kargo ve perakende şirketleri, kapılarına kilit vurarak binalarını satışa çıkaran özel okullar... Alım gücünün düşmesi hizmet sektörünü direkt vurur.
Hiçbir etik değere sahip olmayan burjuvazi, bu durumu fırsata çevirmekten geri durmuyor. Örneğin son günlerde sık sık fabrika yangınlarına şahit oluyoruz. Ekonomik kriz ve çöküşlerde fabrika yangınlarının artması bir tesadüf olamaz. Üretim alanından çekilen burjuvalar fabrikalarını ateşe veriyor. Bunu yaparak; vergi borçları ve tüm borçlarından kurtulmakla kalmıyor, işsiz kalan işçilere tazminat ödemekten de kurtuluyor. Yanan bu fabrikaların hepsi anonim şirket statüsündedir! A.Ş. burjuva hukuk dallarının bir çoğunda tüzel kişilik olarak tanımlanmıştır, onun tüm borçları ve hakları tüzel kişiliğiyle doğar ve ölür! Bir A.Ş. battığında yönetim kurulunun kasti davranışları ispatlanamadığı sürece alacaklıların açacakları davaların hiçbir anlamı yok. Çünkü, Temel hukuk, borçlar hukuku, çalışma ve iş hukuku, ticaret hukuku, icra iflas hukuku, kamu ve idare hukuku hatta ceza hukukunda bile burjuvazi bu hileli yolların yasal kılıfının en ince ayrıntısına kadar hesaplamıştır. Bu nedenle kılıfına uydurulmuş bir A.Ş'nin iflası mükemmel bir banka soygunundan elde edilen paranın yüz kat daha fazlasının kolayca çalınmasından başka bir şey değildir.
Şu ya da bu yolla burjuvazi elindeki son bir lirayı dahi dolara çevirip spekülatif alanlara yönelirken, dinci-faşizm kendini yırtıyor. Ama nafile çarklar dönmüyor; dönmedikçe de cılız TL'nin kitlesel ölüm yürüyüşü, alevlerin yükseldiği bu fabrikaların içine doğru sürüyor. Bağırıp çağırmak insanları korkutabilir ama duran çarkları çevirmeye yetmez!
Ekonomik krizin faturasını emekçilerin ödediği tartışma götürmez bir gerçek. Ancak tarih çok defa göstermiştir ki, ekonomik çöküşle sokağa inen emekçiler, kapitalizmi yerle yeksan ettiğinde bu faturayı burjuvaziye ödetir, hem de tek seferde! Tüm yollar takındığında ve akacak başka mecralar kalmadığında su bendini yıkmak için harekete geçer.
Şimdi akacak başka mecra kalmadı. Ekonomik yıkım bir ayaklanmaya yol açacak kadar sarsıcı! Emekçilerin yaşam seviyesi kısa sürede büyük bir düşüş yaşadı. Şimdiye kadar bir ayakbağı olan ve tali sorunları çöze çöze ilerleme düşüncesi iflas etmiştir. Yıkımın sonuçları, tali sorunları çok geri plana düşürdü. Çünkü can alıcı sorun, tali sorunları unutturacak kadar yakıcı hale geldi. Mesele ne sadece TL'nin değer kaybetmesi ne de basit bir ekonomik krizdir. Mesele küçük-burjuvazinin sandığı gibi OHAL de değildir. Zira OHAL ilanının esas nedeni zaten iç savaşın gidişatı ve halkın dev gibi kabaran öfkesiydi.
Bunun itirafını da yaptılar zaten: “Biz her grevin karşısına OHAL'le çıktık”. Emekçilerin bundan anlaması gereken şey en temel hak taleplerinin karşısına bile devlet zoruyla çıkanların karşısına devrimci zor ile çıkmak gerektiğidir!..
Ey emekçiler! Biliniz ki; siz toplumun ezici çoğunluğunu oluşturuyorsunuz. Ve siz sokağa indiğinizde, hiç kimsenin yolunuzu kapatmaya gücü yetmeyecektir.
Bu bendi yıkmanın zamanı geldi!..
Kenan Kızıl