Uçurum: 1. Dik derin yamaç 2. Felaketli sonuç. 3. Büyük fark, ayrılık. Güvenilir bir kaynak olmamakla birlikte, TDK sözlüğü "uçurum"u böyle tanımlıyor.

Yasaklanan her grev, her gösteri, her anma, yürütülen her soruşturma, her tutuklama, verilen her ceza, aynı sonuca yol açıyor: Kopuş! “Toplumsal yarılma”, “tahammülsüzlük”, “öfke” yani ezenle ezilenler arasındaki sınıf savaşının daha da derinleşerek şiddetlenmesi. Fakat, bu derinlik lafın gelişi değil, ölçülmesi adeta imkansız olan bir evrede; bu nedenle de dayanmanın bütün sınırlarını aşmış olan bir öfke birikimine yol açmış durumda.

İlk bakışta burjuvazi için her şey güzel gibi görünüyor. Dinci-faşizm sayesinde bir tek grev dahi olmadan, işçi ücretleri yerinde sayarken, ürettiği her şeyi, en temel ihtiyaç ürünlerini bile ateş pahasına satıyor. Sonuç: Emekçiler açlık sınırının altına itilirken tekellerin kar payları büyüyor. Fakat biraz daha dikkatli bakıldığında her şeyin sadece bundan ibaret olmadığı da görülüyor. Gerçekte burjuvaziyle emekçiler arasında yaşam düzeyinin farkı bir uçurum gibi. Fakat TDK sözlüğündeki üçüncü anlamıyla (büyük fark, ayrılık)! Peşinden gelen şey de elbette ki ikinci anlamdır (felaketli sonuç)! Aslında bu iki anlam, sosyal yaşamda bir olgu olarak birleşmiş durumda. Bu durum, şu an yeni bir noktaya doğru evriliyor ve sözlükte hiç yer almayacak olan yeni bir anlam ortaya çıkıyor. Bu anlam şudur: Uçurum; burjuvazinin mahvoluşu.

Şu an emekçiler derin bir öfke ve yoksulluk içindeler; dahası böyle giderse yarının bugünden daha da kötü olacağının bilincindeler. Şimdiye kadar, bunu değiştirmek için, biri hariç (devrim), tüm yolları denediler. Davalar, mahkemeler, kitlesel barışçıl ve barışçıl olmayan sokak eylemleri, bunların hiçbiri yaşamlarında kalıcı veya bahse değer bir fark yaratmadı. Dahası, kendi yaşamıyla burjuvaların yaşamı arasındaki devasa farkın bilincinde. Şu an her şeyin daha da kötüye gittiğini görüyor ve bu bir kopuş yaratıyor. İşte bunun onlarca örneklerinden biri: TOKİ. Emekçinin eskiden iyi-kötü, nemli-rutubetli, iki oda bir salon evi vardı. Toki bu evleri resmen başlarına yıktı ve onlara yeni bir evcik verdi, ama bir türlü sonu gelmeyen borç taksitleriyle birlikte.

Her ne kadar kimi çevreler hala daha “burjuvazinin milyonlarca emekçiyi yardımlar, mikro krediler vb vb. yollarla sisteme bağlayarak yönetebildiğini” söylüyorsa da bu görüşün gerçekle bir alakası yok. Kendilerine hiç sormazlar mı, burjuvazi emekçileri böylesine kolay bir şekilde kandırıp yönetebiliyorsa neden her eylemi her grevi yasaklıyor ve neden Gezi’nin adını duyunca ruh hastasına dönüşüyor? Kendilerine bu tür can sıkıcı soruları sormak istemeyebilirler, o halde biz soralım: Merak ettik, madem burjuvazi emekçilere geri ödemesi imkansız olan kredileri dağıtacak kadar yüce gönüllü, o halde niye bunca emekçiyi sömürüyor, onları yoksulluğa mahkum ediyor? İşin aslı şu: Burjuvazi kaz gelecek yerden tavuğu esirgemiyor, yani o kredileri işçilere değil küçük esnafa veriyor; vadesi dolunca da gidip dükkanına el koyuyor. Saflığın alemi yok, kapitalizmde krediler mülksüzleştirmenin aracıdır. Yardımlar hakkında söylenene gelince, bunun emekçileri sisteme bağladığını söylemek, onların siyasal bilincini küçümsemek ve adeta cahil yerine koymaktır. Emekçilerin bu yardımları alırken nasıl bir öfkeye kapıldığını anlamamak için kelimenin gerçek manasıyla politik açıdan kör olmak gerekiyor! Çalışmak istediği halde işsiz kalan veya çalıştığı halde yoksullukla boğuşan bunca insan kendilerine makarna paketleri verildiğinde gerçekten minnet mi duyuyorlar? Yoksa kalplerinde ve zihinlerinde öfkeli fırtınalar mı kopuyor?

Varsın birileri emekçilerle burjuvaziyi ayıran bu uçurumun üzerine köprüler kurmaya çalışsın. Varsın sayısız kez denesinler; ama beyhude bir çabanın ötesine geçemeyecekler. Çünkü bu uçurum her gün büyüyor ve genişliyor. Kurulmak istenen bu köprülerin ayakları sürekli boşa çıkıyor. Artık iki yakayı birleştirmek imkansızdır; çünkü emekçiler ayakları boşa çıkmış bu köprülerden geçmeye çalışmakla uçurumdan atlamak arasında hiç bir fark bulunmadığını biliyor.

Peki ne olacak? Milyonlarca işsiz, yoksul ve öfke dolu kalp! Ne düşünüyor olabilirler? Yarın iş bulacaklarını mı, ekmek bulacaklarını mı; yarın seçim sandığına giderek “her şeyi bir oyla değiştirebilecek”lerini mi; yoksa ekmek bulamadıkları için pasta yemeyi mi?

Antik Mısır, firavunlar krallığının tanrıçalaşan Kleopatra dönemi... Açlık çeken yoksul halk ve köleler başkentin kapılarına dayandıklarında, arkalarındaki çöl kumlarına Sezar’ın en seçkin lejyonlarının (o sırada Mısır Roma işgali altındaydı!) ve kraliçenin en gözde askerlerinin cansız bedenlerini serpmişlerdi. Kleopatra derhal tapınak kilerlerini açıyor ve tonlarca buğdayı isyancılara gönüllü olarak veriyor! Kimi tarihi kaynaklar bunu Kleopatra’nin alicenap karakteriyle açıklamaya çalışsa da aslında o, biliyordu ki bunu yapmasa isyancılar şehre girecek ve o devasa piramitleri, o muhteşem sarayları ve o görkemli başkent İskenderiye’yi onun başına yıkacak, asalak rahipleri boğazlayacak ve son buğday tanesini bile alacaklardı.

Daha yakın bir tarihi örnek ise, 1900’lü yılların Meksikası’ndadır. Acımasızca sömürülen yoksul köylüler başkente başkaldırdıklarında kimse bu “cahil” köylüleri ciddiye almamıştı. Ancak öyle bir savaş yürüttüler ki, çok kısa sürede başkenti dize getirdiler. Olayların başdöndürücü hızı, bu köylülerden devrimci bir ordu ve içlerinden birinden de tarihe mal olmuş devrimci bir komutan çıkardı. İşte bu komutanın, (general Zapata), ordusu çok geçmeden başkent Meksiko-City’e zaferle girmeyi başarmış ve yoksulların basite alınamayacağını bir kez daha tarihe altın harflerle not etmiştir.

Yoksullar, açlık çekenler, ekmek yoksa pasta yemez! Onlar meseleyi kökünden çözerler. Çalışmak isteyeni işsiz bırakan, yemek isteyeni aç yatıran devletler ve yöneticileri tarihin her döneminde çok kısa bir yaşam sürmüşlerdir!

Bugün televizyonlardan pembe diziler ve sahte zaferler satılıyor olsa da, milyonlar ne toz pembe düşlerin alıcısı ne de sahte zaferlerin övünücüsüdür. Onlar habire yükselen cam binaları, TOKİ’nin yağmaladığı emekçi semtlerini, nüfusun yüzde biri servetine servet katarken geriye kalanın nasıl yoksullaştığını görüyor ve öfkeleniyorlar. Bu öfke, kınında kalmayacaktır. Milyonlar sokağa inecek ve servet ile sefaleti yaratanı, yarattığı bu uçurumun dibine göndermekten çekinmeyecektir. Ancak bununla kalmamak için öncüsü de tarihin misyonuna uygun davranacak, milyonları düşmanları yenmekten de öteye, yeni bir dünyanın inşaasına yönlendirecektir.

Çok eskiden ezilen milyonlarca insanın zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri yoktu! Ve çok eskiden değil ama yine de eskiden kaybedecek evleri, arabaları ve bankalarda bir miktar paraları bile oldu!

Ama şimdi, tek kaybedecekleri, sonu gelmeyen borç taksitleri, ev kredileri ve kredi kartı borçlarıdır.

Teşekkürler bay burjuvazi, bir devrim dışındaki tüm seçenekleri boşa çıkardığın için! Çekinme böyle devam et! Tüm grevleri yasakla, tüm herkesi tutuklamaya çalış. Korkma ve cesur ol, belki şanslısındır, belki alışılagelen olmaz ve yoksullar sessizce açlıktan ölmeyi beklerler, belki bu defa ekmek bulamayanlar pasta yer!!!

Kenan Kızıl