Dinci faşist iktidarın yıkılması için seçim-sandık ilişkisine bel bağlamış istisnasız tüm sosyal reformist partilerin, uzlaşmacıların, bunların ayak izlerinden büyük bir dikkatle yürüyen tüm oportünist hareketlerin karalar bağladıkları şu günlerde yazımızın başlığı, kimilerine çok “tuhaf” gelebilir.
Normaldir, yas evinde, “biz başka türlü kazanacağız, yas tutacak bir durum yok” demeye benzer bizimkisi. Fakat gerçek gerçektir; birleşik devrim güçleniyorsa, bunu “yas tutanlar”ın yüzüne söylemekten geri durmamalı. Üstelik bu, sosyal reformist partiler arasında içinde birazcık devrim tutkusu kalan varsa ona iyi gelecektir.
Evet, birleşik devrimimiz dünden daha güçlü. Cümle sosyal reformist partilerin, uzlaşmacı partinin, bunların arkasına dizilen güçlerin elbirliği ile büyük bir aldanışa sürükledikleri iki ülkenin emekçi sınıfları seçim sonuçları sonrasında o derin aldatıcı rüyadan kurtuldular.
Anladılar ki, bu dinci faşist iktidar, Leninist Partinin yıllar önce, yıllardır ve ısrarla söylediği gibi, “seçimle gitmeyecek”. Bu faşist iktidarı, dayandığı, gücünü aldığı tekelci sermaye düzeni ve faşist devletle birlikte yıkmanın tek yolu “Birleşik Devrim”dir.
Şimdi, bu dinci faşist iktidardan kurtulmayı çok isteyen müzmin liberaller dahi, kurtuluş yolu olarak “toplumsal bir infial”i zorunlu görmeye başladılar. Faşizmi yıkmak için bir toplumsal ayaklanmanın, bir isyanın gereklilikten de öte zorunluluğu bundan böyle daha çok kabul görecektir. Sadece politik çevrelerde değil ama esas olarak Kürdistan ve Türkiye emekçi halklarında, ezilen, sömürülen kitlelerinde...
Elbette, liberallerin, sosyal reformist partilerin, uzlaşmacıların suçlunun suç mahallinden kaçması gibi, özenle ağızlarına almaktan kaçındıkları nokta, dinci faşist iktidarın ve onun başının bu seçimde birinci gelmesinde CHP'nin, “Millet İttifakı” denen gerici-faşist blokun oynadığı roldür. Bu rol şimdi ortaya çıkmaya başlamıştır. CHP dahil -elbette tayin edici konumdaki yönetimi, yönetimin de elit kesimini kastediyoruz- gerici-faşist partiler el altından, RTE ve faşist ittifakın kazanması için ellerinden geleni yaptılar.
Leninistler, hep şuna işaret etti: CHP -tekrarlamakta yarar var, burada yönetim ve özellikle politikada belirleyici olan elit kesim ifade ediliyor- dinci faşist iktidarın, bu iktidar kurulduğu andan itibaren, sacayağı, payandası rolünü oynamıştır. Bu rol değişmiş değil. Bu rol, düzenin, tekelci sermaye sınıfı egemenliğinin birleşik devrim karşısında sürdürülmesinde bir düzen partisi olarak CHP'nin üzerine düşen görevle açıklanabilir.
Çok bilindiği halde kısa biz özet yine de yararlı olacak. RTE'ye önce başbakanlık, ardından Cumhurbaşkanlığı yolunu açan CHP'nin kendisidir. RTE ve dinci faşist iktidara HDP'li vekilleri zindana attırma imkanını sağlayan, “anayasaya aykırı olduğunu biliyoruz ama yine de evet diyeceğiz” diyen de Kılıçdaroğlu ve partisiydi. 2018'de “Adam kazandı” tweetiyle, sandıkların sayımı dahi tamamlanmadan RTE'ye Cumhurbaşkanlığı'nı altın tepside sunan aynı partiydi. Liste böyle uzayıp gider...
CHP'nin dinci faşist iktidar ve onun başı RTE karşısındaki misyonu budur ve bundan başka bir şey değil. İşte bu CHP'yi ve onun başını TKP'sinden TİP'ine; EMEP'inden HDP'sine istisnasız tüm sosyal reformist partiler ve oportünist hareketler iki ülkenin emekçi sınıflarına, yoksullarına, halklarına “demokrat” diye yutturdular. Bunları ve bunların yanı sıra faşist Akşener'inden tutalım, Kürdistan gençliğinin kanına girmiş Davutoğlu'na kadar gerici-faşist partileri desteklemelerini istediler.
Bu gerici-faşist partileri destekleyerek dinci faşist iktidarın yıkılacağını vaaz ettiler. İki ülkenin emekçi sınıfları ve ezilen halkları, burjuvazinin kuyruğuna takılmış bu “sosyalist-komünist” partilere inandıkları ölçüde, dinci faşist iktidarı yıkma umuduyla sandık başına koştular. “Bu sefer iş tamamdı”. Herkes, buna emekçi sınıfları bu burjuva gerici-faşist blokun kuyruğuna takan sosyal reformist partiler de dahil, inanmıştı.
Fakat gelişmeler, Leninist Partinin öngördüğü biçimde gelişti. Dinci faşist iktidar, hile yoluyla, aklın almayacağı oy kaydırmalarıyla kendini seçimin birincisi yaptı. Neden “zafer” kazanmayacak ama birinci gelecek biçimde ayarladığını daha önce yazmıştık; tekrar etmeyeceğiz. Sonuçta, seçim sonuçlarını kıl payı bir fark kalacak biçimde ikinci tura bıraktılar. Bu önceden ayarlanmış bir fark idi. S. Soylu bu ayarlamayı, seçimlerden günler önce şöyle itiraf etmiş:
“Seçim yüzde 49.50 gibi biter. Çok uğraştık ama yarım puan ileri götüremedik. Sahada biraz farklı görünse de sonuç böyle olacak gibi. Mecliste ise rahatız. Cumhur İttifakı 320-325 arası milletvekili çıkartır.”
Seçimle gitmedi, gitmediler. Ama bu, “tek adam”ın, bir kişinin hinliğinin-cinliğinin sonucu ortaya çıkan bir durum değil. Bu, emperyalist sermaye ile birlikte tekelci sermayenin tercihinin; sınıf savaşının, sınıflar arası güç ilişkilerinin zorunlu sonucudur. Gelişmeleri bir adamın ve çevresinin marifetleri biçiminde sunmakla sorun çözümlenmez.
Sorunu sınıf ilişkileri açısından ele almazsak seksen kusur milyonluk bir nüfusu, başlarında vasat bir adam bulunan bir avuç dolandırıcının nasıl faka bastırdığı ve dirençle karşılaşmadan köleliğe mahkum ettiği açıklanamaz. Toplumun barut fıçısına döndüğü; ufak bir kıvılcımın tüm bozkırı tutuşturma potansiyeli taşıdığı koşullarda gerçek iktidar güçleri; yani tekelci sermaye sınıfı ve emperyalist sermaye her türlü kalkışmayı kanla boğmaya uygun bir yönetimden yana tercih yaptı; en azından şimdilik.
Sonuçta, Kılıçdaroğlu'na destek veren, kitleleri sandık başına çağıran tüm sosyal reformist partiler, uzlaşmacılar, liberaller seçim sonuçlarıyla birlikte büyük bir hayal kırıklığı yaşadılar. Elbette, emekçi sınıflar da öyle...
Ancak mesele şu ki, emekçi sınıfların hayal kırıklığı, onları bu noktaya sürükleyenlerden farklı olarak, onları burjuvazi hakkındaki yanılsamalardan kurtarır; gözlerini gerçeğe açmalarını sağlar, gerçek kurtuluş yoluna girmelerine yardımcı olur.
İki ülkenin emekçi sınıflarının, ezilen halklarının hiç bir sorunu çözülmüş değil. Haliyle, özgürlük tutkularında, dinci faşist iktidardan kurtulma düşüncelerinde, özlem ve arzularında bir şey değişmiş değil. Aksine, geniş kitleleri dinci faşist iktidara karşı mücadeleye iten tüm koşullar, tüm nedenler şimdi daha derinleşmiş, daha kökleşmiş ve çözümü daha acil hale gelmiştir.
Buna karşılık, Türkiye ve Kürdistan emekçi sınıfları, kadınlar, gençler, bu dinci faşist iktidardan kurtuluşun sosyal reformist partilerin, uzlaşmacıların, liberallerin kendilerine gösterdikleri yoldan olmayacağını yaşayarak öğrendiler.
Yaşam en büyük öğretmendir. Bir musibet bin nasihatten evladır. Devrimin toplumsal güçleri yaşamdan öğreniyorlar ve büyük bir hızla öğreniyorlar. Çok geçmeden parlamento denen ölü eşeğin beş kuruşluk değerinin olmadığını ve olamayacağını; hiçbir sorunlarını çözmeyeceğini, oraya gönderdikleri vekillerin de hiçbir etkisinin olmadığını görecekler.
Kısacası, sayıları milyonlarla ölçülen geniş kitleler parlamentoya dair yanılsamalarından kurtuluyorlar.
Devrimin toplumsal güçlerinin, sosyal reformist partiler, uzlaşmacılar, liberaller tarafından itildikleri yanılsamalardan kurtulmaları birleşik devrime büyük bir güç katacaktır. Bu yüzden, seçim sonuçlarıyla birlikte hayal kırıklığı ve derin bir moral bozukluğu çukuruna yuvarlanan sosyal reformistlerin yüzüne hiç sakınmadan şunu haykırabiliriz: Birleşik devrim güçleniyor. Bu aynı zamanda Leninist politikaların zaferidir!
Şimdi, politik zaferi maddi güce dönüştürmek için gece gündüz; bıkmadan usanmadan pratik mücadeleye atılma zamanı..!