Çok değil, iki, hatta bir yıl öncesine kadar, Rusya, İran gibi devletler hariç, ülkelerinin sınırları dışına çıkamayan Suriye Hükümeti Bakanları, özellikle Dışişleri Bakanı şimdi bir Arap ülkesinden diğerine koşup duruyor. Takip bile edilemiyor artık.
Daha önemlisi, İran ve Rusya dışında hemen hemen hiç bir ülkeye gidemeyen Esad bile yavaş yavaş ülkesinin sınırları dışına çıkıp devletler arası görüşmeler yapmaya başladı. Kuşkusuz bu baş döndüren değişim, Suriye savaşı somutunda Orta Doğu güç dengelerinde meydana gelen değişimin sonucudur.
Adını koymanın zamanı zamanı geldi de geçti bile: ABD, İngiliz ve Fransız emperyalistleri ile Orta Doğu'da bunların taşeronu gibi çalışan gerici Arap devletleri, İsrail ve şüphesiz faşist devlet Suriye savaşında yenilmişlerdir. “Uluslararası Koalisyon” denen emperyalist ittifakın Suriye ve Rojava topraklarında varlığını sürdürüyor olması bu gerçeği değiştirmiyor.
Suriye savaşının başlarında Şam kapılarına dayanan “Ceyş-ul İslam” adındaki dinci faşist çete üzerinden Suriye'ye savaş açan Suudi Arabistan ve BAE (Birleşik Arap Emirlikleri) yenilgiyi çok önce kabul ederek bu çetelere olan desteklerini bitirmiş, Suriye devletiyle ilişki geliştirmenin diplomasisine başlamışlardı. Suudi Arabistan ve BAE'nin bu rota değiştirmesi önemliydi zira bu iki devlet Arap gericiliği için en etkili olanlardı ve diğerlerinin bu iki devleti izlemesi kaçınılmazdı. Öyle de oldu. Mısır ve Tunus; arkasından Ürdün, Suriye ile diplomatik ilişkilerin yeniden kurulması sürecini başlattılar.
Katar ve Türkiye dinci faşist çeteleri desteklemeye, daha doğrusu, her bakımdan beslemeye devam etmekle birlikte Türkiye'nin, dinci faşist iktidarın ve onun başının Suriye ile “barış” için nasıl yalvar yakar olduğu artık herkesin malumu. Ama bu desteği kesmek ve Suriye ile “barış” konusunda anlaşmak özellikle Türkiye için o kadar kolay değil. Yine de, “barış” için örneğin Rusya'dan “ricacı” olduğu biliniyor.
Bütün bu değişimin Türkiye ve Orta Doğu devrimini yakından ilgilendirdiğini ve etkilediğini söylemeye gerek yok. Bir kere, ABD ve diğer emperyalistlerle birlikte Türkiye ve İsrail dahil gerici Arap devletlerinin “Müslüman Kardeşler” üzerinden geliştirdikleri dinci faşist iktidarlar zinciri oluşturma planları çöktü ve bu değişim, bu çöküşün resmen kabulü oldu.
“Müslüman Kardeşler”i değişik Arap devletlerinde politik iktidara taşıyarak Orta Doğu devrimini tümden bastırma planı ABD'nin önemli bir girişimiydi. Adına BOP (Büyük Orta Doğu Planı) dedikleri bu planda Türkiye'ye önemli bir rol biçildiği biliniyor. “Müslüman Kardeşler” çetesinin en büyük hamisi olan RTE'nin BOP Eş Başkanı olmakla övündüğü unutulmuş değil. Aynı şekilde, Mısır'da Mursi denen dinci faşiste en büyük desteği verenin de RTE ve Türkiye olduğu hala hafızalarda.
Ne var ki, emperyalistlerin “Müslüman Kardeşler” projesi, bütün ülkelerde işçi sınıfı ve emekçi halkların direnişiyle karşılaştı ve bozguna uğradı. İlk büyük bozgun Mısır'da yaşandı. Bir halk devriminin önüne geçmek için, bu çetenin başı Mursi ve çetesi, emperyalistlerin de onayı ile Mısır burjuvazisi tarafından iktidardan indirildi.
Tunus burjuvazisi, yıllar sonra da olsa, Mısır burjuvazisinin yolundan ilerledi. Tunus devriminden sonra, emperyalistlerin de yardımıyla politik iktidarı ele geçiren “Müslüman Kardeşler” çetesinin lideri Gannuşi geçtiğimiz günlerde gözaltına alındı. Bu dinci faşist çetenin El Nahda Hareketi adındaki örgütünün tüm büroları basıldı ve çok sayıda insanı gözaltına alındı. Derin bir kriz içindeki Tunus burjuvazisi bu adımı halkın öfkesini dindirmek ve yeni bir beklentiye sokmak için attı.
Orta Doğu ve özellikle Kuzey Afrika'da dengeler böyle bozulurken en önemli adımlardan biri Suudi Arabistan ile İran arasında yapılan anlaşma oldu. Bu iki “düşman” devlet, Çin Halk Cumhuriyeti'nin girişimleriyle aralarındaki düşmanlığa son verme yönünde bir anlaşmaya vardılar.
Bunu, Suudi Arabistan ile Suriye arasında, hükümetler düzeyinde karşılıklı ziyaretler ve elçilik açma hazırlıkları izledi. İran-Suudi anlaşması, Suriye ile Suudi Arabistan arasında ilişkilerin kurulması üzerinde kolaylaştırıcı etki yaptı. Aynı anlaşma, Yemen'de sekiz yıldan fazla bir zamandır süren savaşın bitirilmesi olanağını da ortaya çıkardı. Savaşın bir tarafı olan Suudi Arabistan, Yemen savaşını bitirmek üzere, İran'ın desteklediği Husi güçleriyle görüşmelere başladı.
Bütün bu değişimin emperyalist devletlerin, ama özellikle de ABD emperyalizminin hegemonyasındaki çöküş süreciyle doğrudan bağı var. Bu süreçte emperyalist hegemonyanın Orta Doğu'daki en önemli askeri ayaklarından biri olan İsrail, tecrit edilmişlikten kurtulmak için çabalarken birden bire kendini daha derin bir tecridin içinde buldu.
Suriye-İran ikilisiyle Suudi Arabistan-Mısır-BAE gibi Arap devletleri arasındaki yakınlaşmadan zarar göreceklerin başında hiç şüphe yok, Türkiye geliyor. Bunun ilk işaretleri ortaya çıkmaya başladı bile. Düne kadar Suriye savaşında Türkiye'nin arkasında duran Arap devletleri, Katar hariç, Suriye'nin toprak bütünlüğü, siyasal istikrarı, egemenliği gibi açıklamalar yapmaya başladılar bile.
Suriye'nin “toprak bütünlüğü” ifadesinin anlamı açık: Şimdilik ABD kastedilmiyor olsa bile, Türkiye'nin işgal ettiği Suriye-Rojava topraklarından çıkması... Fakat ilişkilerdeki bu baş döndürücü değişimin Türkiye üzerindeki etkisi bununla sınırlı değil. Türkiye'nin Libya politikasının kökten değişmesi, Akdeniz suları üzerindeki hak iddialarından önemli ölçüde vazgeçmesi, G.Kürdistan ve Irak topraklarındaki işgalci güçlerini geri çekmesi gibi sonuçlar da kapıda.
Türkiye kafasını seçimlere gömmüşken, dışarıda tüm geleceği derinden etkileyecek bir süreç hızla ilerliyor.