Bundan şüphe yok. Bu düzenin değişeceğini, değişmesi gerektiğini artık herkes görüp kabul ediyor. En başta da işçi sınıfı, kent ve köyün emekçileri, yoksul kitleler bu düzenin değişmesini istiyorlar.
Düzenin, yani sömürücü kapitalist düzenin, burjuva sınıfın egemenliğine dayalı, halklara nefes aldırmayan baskıcı, faşist düzenin değişmesi talebi, isteği, arzusu o kadar derin, o kadar açık hale geldi ki, en has burjuva partileri dahi kitlelerin bu isteğine karşı durmamak gerektiğini anlıyorlar.
Yaptıkları şey, bu isteğe boyun eğer gibi yapmak; Türkiye ve Kürdistan işçi sınıfının, ücretli emekçilerinin, tarım proleter ve yoksullarının bu devrimci istemlerini değişimden yana görünerek düzen içinde tutmaya çalışmak.
Bu sömürü düzeninin kurucu partisi CHP, “bu düzen değişecek” diyor. Gerici-faşist ittifak “Millet İttifakı”nın geri kalan tüm partileri “bu düzen değişecek” diye bağırıyorlar. İstinasız tüm sosyal reformist partiler “bu düzen değişecek” diye propaganda yapıyorlar. Kısacası, herkes “bu düzen değişmeli; değişecek de” diyor.
Bütün bu koronun birleştiği iki nokta var. Birincisi, hepsi gençliğe sesleniyor. İkincisi, hepsi istisna kabul etmez biçimde gençliği sandık başına çağırıyorlar. Yani, bu düzeni değiştirmeyecek, değiştiremeyecek tek yolu “bu düzen değişecek” sloganı altında, gençliğin önüne getirip koyuyorlar.
Kılıçdaroğlu, faşistlere yakınlığını vurgulamak için hiç bir fırsatı kaçırmayan bu gerici adam, gençliği sandık başına durmadan ve sürekli çağıranların başında geliyor. Bildiğimiz son çağrısı Ocak ayının sonlarında olmuştu.
“Sandığa 'Ben gitmesem de olur.' değil, bütün gençlerden, 6 milyona yakın gençten sandığa gitmelerini istiyorum.”
Aynı Kılıçdaroğlu, bütün halklara Ekmeleddin İhsanoğlu “numarası”nı çekerken de “sandığa tıpış tıpış gideceksiniz” diye tehditler savuruyordu.
Sosyal reformist partiler, en azından, düzenin bu adamının gençleri neden sandığa çağırdığını düşüneceklerine, kendileri de, onunla yarışırcasına, gençliği aynı yere, sandık başına çağırıp duruyorlar.
Sayısız örneği var, ayrıca kanıt göstermeye gerek yok.
Evet bu düzen değişecek. Milyonlarca insan bu düzenin değişmesi, yani yıkılması ve yerine daha ileri, sınıfsız, sömürüsüz, emekçilerin mutlu, refah içinde yaşadıkları, gençliğin hiçbir gelecek kaygısının olmadığı bir toplumun kurulması yönünde bir istek, arzu, bilinç, irade göstermiş ise artık bu sömürü düzeni ayakta kalamaz. Sorun artık bu düzenin yıkılması gerekip gerekmediği sorunu değil, ne zaman ve nasıl yıkılacağı sorunudur. Başka bir ifadeyle sorun zaman sorunu haline gelmiş dayanmış.
Fakat bu “değişim” yani düzenin değişmesi, ilkin, tedrici, evrimci bir tarzda değil, devrimci bir tarzda, kapitalist sömürü düzeninin zora dayalı bir devrimle yıkılması biçiminde değişecek. İkincisi, bu düzen, parlamento aracılığıyla, sosyal reformist partilerin parlamenter çoğunluğu elde etmesiyle değil, örneğini 2013 Haziran'ında, “6-8 Ekim Kobane ayaklanması”nda ya da 15-16 Haziran işçi ayaklanmasında gördüğümüz gibi, ayaklanmalarla, zora dayalı devrim yoluyla yıkılacak.
Bu ayaklanmalarda gençlik devrimin motor gücü görevini görecek. “Gençlik, özellikle de işçi gençlik mücadelenin sonucunu tayin edecektir.” Modern kapitalist toplumda ortaya çıkan bütün ayaklanma ve devrimlerde, buna yakın tarihin devrimleri ve devrim girişimleri dahil, tanık olduğumuz olgudur bu.
Burjuva egemenliğin dayandığı kurumlardan biri olan parlamento, bu düzeni değiştirmenin aracı olamaz; bugüne kadar da olmadı. Burjuva parlamentoda çoğunluğu kazanarak devleti “ele geçirme” hayali, tarih boyunca burjuvaziyle uzlaşmacıların, sosyal reformist partilerin hayali olageldi.
Ama bu, hep hayal olarak kaldı ve hayal olarak kalmaya da mahkum. 1970'li yılların başında Şili'de Salvador Allende Başkan seçildikten kısa bir süre sonra 1973 Eylül'ünde ABD'nin örgütleyip hazırladığı bir askeri darbeyle karşı karşıya yıkıldı. Şili halkı, bu faşist darbeyle birlikte yıllarca büyük acılar çekti. O yıllarda ABD Başkanı Nixon'un Ulusal Güvenlik Danışmanı olan Henry Kissinger şöyle diyecekti:
“Ülkesinin insanlarının sorumsuzluğu yüzünden bir ülkenin komünist olmasına seyirci kalamayız. Meseleler, Şilili seçmenlerin kararına bırakılamayacak kadar önemlidir.”
Bu tür “barışçıl geçiş” denemelerinin pek çok örneği var ve hepsinin sonu, halkların uzun yıllar büyük acılara katlanmak zorunda kalacakları trajediler biçiminde oldu. Böylece, devrimcileri “halkları maceralara sürüklemek”le suçlayan sosyal reformistlerin gerçekte kendilerinin halkları büyük acılar çekecekleri maceralara sürüklediklerini de görmüş oluyoruz.
Bu düzen değişecek ve bu değişimde gençlik, özellikle işçi gençlik sonucu tayin edecektir. Bu yüzden gençliği devrim bayrağı altında toplamak öncelikli görevdir. Uzlaşmacıların ve sosyal reformistlerin “gençliğe güveniyoruz” biçimindeki sözleri birer aldatmacadan ibarettir. Onlar, gençliğe, gençliğin devrimci enerjisine değil, burjuvaziye, burjuva devlet kurumlarına, burjuva egemenliğin bir kurumu olan parlamentoya güvenirler.
Bu düzen, bir devrimle yıkılarak değişecek. Çünkü artık milyonlar bu düzenin değişmesini istiyor. Çünkü düzenin değişmesi fikri artık maddi bir güce dönüşüyor. Bu maddi gücün karşısında hiç bir güç duramaz.