Ekim öncesi dönemde bizzat Lenin’in tanık olduğu bir olay vardır. Devrimci bir işçinin duru bilincini yansıtan hoş bir anekdot... İşçi, ekmeklerin güzel çıkmaya başlamasından düşmanın güçsüz ve zor durumda olduğu sonucunu çıkarır kolaylıkla.
Kimi kritik dönemlerde böylesi simgesel olaylar şaşmaz bir şekilde derinde yatan gerçeği dışa vurur. Tüm siyasal yaşama burjuvazinin penceresinden bakmayı alışkanlık edinenlerin bir türlü anlayamadıkları bir durumdur bu.
Dinci faşizmin başı yirmi yıllık “saltanatı” boyunca hep üst perdeden atıp tuttu. En güçsüz, zavallı anlarında bile “sert üslubu”, esip gürlemeyi elden bırakmadı. Depremin üçüncü günü ekranların karşısına geçtiğinde de aynı çatık kaşlar, aynı tehditkar bakışlar, insanları sinir eden aynı haykırışlarla karşılaştık. Hesap defteri tuttuğunu belirtti, insanları zindanla tehdit etti.
Tehditler boş değildi. Sosyal medya paylaşımları nedeniyle insanların evleri basıldı, gözaltılar, tutuklamalar geldi birbiri peşi sıra. Özel harekatçılar deprem bölgelerine salındı, işkenceler göstere göstere yapıldı. Yetmedi, linç ayinleri düzenlendi. Antakya’da dinci çeteler köylere dadandı. İçişleri bakanı ekran ekran gezip tehdit üstüne tehdit savurdu. Baskı, saldırı ve tehdit dalgasını hep birlikte gördük.
Dinci faşizm için umulmadık olan, bunca baskı ve teröre rağmen, sayıları her geçen gün artan sayıda insanın kameralar karşısına geçerek dinci faşist iktidara ve onun başına sunturlu küfürler etmesiydi. Tehdit arttıkça tepkiler de tırmandı. Ve tam bu sırada, yukarıda bahsettiğimiz “ekmeklerin güzel çıkması” türünden durum gerçekleşti. RTE, Adıyaman’da “helallik” isteyiverdi!
Daha önce 15 Temmuz sonrası da “kandırıldık” diyerek helallik istediği malum. Ama bu sefer “kandırılmak” değil söz konusu olan. İlk defa “yetersiz kaldık” diyordu RTE. Bu, “kuluz, hata yaparız” türünden bir söylem de değil. Emekçi milyonların patlamaya başlayan öfkesinden duyulan korkunun ta kendisiydi “reis”e geri adım attıran. Deprem karşısındaki beceriksizlikleri aleni katliamcılığa dönüşmüş, hoyratlıkları ile her sıradan insanda tarifsiz öfkeler yaratmış, en ufak bir insani özlerinin kalmadığı peş peşe patlayan skandallarla ayyuka çıkmış bu suç şebekesi, ellerinde tuttukları zor araçlarının da yetersiz kaldığını bir çırpıda gördüler. Sadece en yakınlarını yitirmiş olmanın tarifsiz acıları nedeniyle değil, hayatta kalanların da yaşamlarını sürdürme imkanlarından mahrum bırakılmış olmaları nedeniyle patlıyor öfke. Sabır taşı diye bir şey kalmadı.
Türbinler “hükümet istifa” sloganları ve bayağı sövgülerle çalkalanıyor. İktidarın “erken öten horozu”nun tehditleri, namuslu bilimciler tarafından korkusuzca alaya alınıyor. Korkunç bir patlama, amansız bir ayaklanma, adeta ağır çekim üstümüze geliyor. Tüm siyasi aktörler gelmekte olanı seziyor, hatta görüyor. “Asrın dünya lideri”ne o geri adımı attıran, o “özeleştiri”yi yaptıran tamı tamına budur!
Bilmek, sorumluluktur. Bir şeyi görüyor ve biliyorsak, onun gereğini yapmakla yükümlüyüz demektir. Engellenemez bir şekilde gelmekte olan, kusursuz bir halk ayaklanmasıdır. Güncel siyasetin ana ekseni işte bu ayaklanmadır.
Toplumsal siyasal yaşamın böylesine keskin bir şekilde kutuplara çekildiği koşullarda doğru konum almak son derece yaşamsal. Yaşamın bu gerçekliğine rağmen keskin kutuplaşmayı yok sayan, arada derede bir konumda tutunmaya çalışan tüm siyasi aktörler bizzat yaşamın kendisi tarafından bir kenara atılır.
Emekçi yığınlar bizzat yaşamın kendisi tarafından en uç noktaya sürükleniyor. Onların istem ve özlemi, çıkarları bu düzenin sınırlarını aşıyor. Bu istem ve özlemlerin, emekçi yığınların çıkarlarının özlü bir şekilde formüle edilmiş hali, yani devrim programı, ya da daha tam ifadeyle bir geçici devrimci hükümetin emekçi kitlelere sunacağı program, bugün her zamankinden daha yakıcı hale gelmiştir. Devrimci bir odağın güçlü bir biçimde ortaya çıkabilmesinin ilk koşulu, böyle bir programla emekçi yığınların karşısına çıkmasıdır. Burjuva düzen güçlerinden tamamen ayrı, bağımsız bir devrimci odağın bir devrim programıyla emekçi kitlelerin karşısına çıkması yaşamsal önemdedir.
İkinci nokta, bizzat emekçilerin, en başta da deprem bölgesindeki milyonlarca insanın bizzat komiteler biçiminde aktif olarak harekete geçmesidir. Şu anda depremin yarattığı yıkım sonrası hayata tutunmaya çalışan milyonlarca yoksul emekçi, kendi gündelik yaşamını sürdürebilmek için bile komiteler şeklinde örgütlenmek zorunda. Aynı zamanda dinci faşizmin artan saldırılarına karşı kendini savunabilmek için bu komitelere ihtiyaç var. En sonu, patlamakta olan toplumsal öfkenin örgütlü bir kalıba dökülmesi ve sonuç alabilmesi için de komiteleşmek olmazsa olmaz bir gereklilik.
Bugün genel bir propaganda sloganı olarak değil, doğrudan pratik hareket konusu olarak komitelerin oluşturulması çağrısını bıkmadan usanmadan dile getirmeliyiz. Kendi güçsüzlüğünün farkında olduğu için gelmekte olan ayaklanma karşısında dehşete kapılan burjuva güçlere karşı mücadelenin en temel aracı bu komitelerdir.
Günlük hayatın örgütlenmesi için, deprem yardımlarının etkili bir şekilde ulaştırılabilmesi için, dinci çetelerin saldırılarına aktif bir şekilde karşı koyabilmek için, dinci faşizmden ve bir bütün olarak sömürü düzeninden kurtulabilmek için... yoksul halkın, işçi ve emekçilerin komiteler biçiminde örgütlenmesinin önü açılmalıdır. Her başarılı halk devriminin en temel adımlarından biri budur.