İran’daki devrimci ayaklanma neredeyse dördüncü ayında. Ayaklanma hakkında İranlı bir akademisyen, “İsyandan sonra en az 70-80 yıl din bu topraklara geri dönemez. Bu ayaklanmadan sol bir iktidar çıkar. Orta Doğu’da yeni bir Venezuella doğuyor” diyordu. Bu olasılık bütün bölge gericiliğini, başta da Türkiye’deki dinci faşist iktidarı dehşete düşürüyor.
Yine ayaklanmanın ilk günlerinde İranlı bir gazetece, uzun süredir isimleri anılmayan, unutulup yok oldu sanılan devrimci örgütlerin sokaklarda öne çıkmaya başladıklarını haber veriyordu. Kırk yılı aşkın süredir önder kadroları sürgünde mülteci hayatı yaşayan bu örgütlerin ne sosyal medyada ne de başka yerlerde, aylardır süren ayaklanmaya ilişkin kapsamlı bir değerlendirmeleri ya da açıklamaları olmadı. Üstelik devrimci örgütlerin ve partilerin çok uzun yıllardır İran’da kitle çalışması veya yayın çıkarma gibi açık çalışma imkanları olmadı. Ama ayaklanma başlar başlamaz, bu parti ve örgütlerin tabandaki güçleri, sokak çatışmalarında inisiyatifi ele almaya başladılar.
Ayaklanma Kürdistan eyaletinde patlak verdi ve oradan hızla her eyalete, her kente yayıldı. Bu nedenle ayaklanmaya damgasını vuran slogan “Jin, Jiyan, Azadi” oldu. Ancak, tıpkı diğer örgüt ve partiler gibi, Kürt ulusal hareketi de bu süreçte öne çıkmadı. Belli ki ulusal hareket, tıpkı 1980-82 döneminde olduğu gibi, molla gericiliğinin ayaklanmanın tüm faturasını bir kez daha Kürt halkına keserek büyük katliamlara girişmesinin önüne geçme arzusundadır.
Ayaklanma, kısa süre içinde, üniversitelerden petrol sahalarına, sanayi bölgelerindeki fabrikalara dek pek çok alanda konsey örgütlenmeleri ortaya çıkmaya başladı. Aralık ayı ortalarında basına yansıyan bir açıklamada “İran Ulusal Direniş Konseyi” imzası kullanıldı. Konseyler (Şuralar) 1978 İran Halk Devrimi’nden bu yana her ayaklanmada tekrar tekrar kendini gösterdi, inisiyatif aldılar. Eğer İranlı örgüt ve partiler bu süreçte bilinçli olarak öne çıkmıyorlarsa, bu, konseylerin inisiyatifini kırmamak için olmalıdır. Ne olursa olsun, şu bir gerçek ki, İran’ın son yaşadığı devrimci ayaklanmada şu ana kadar yaşanan pek çok gelişme, kitle-öncü ilişkilerini yeniden gözden geçirmeyi gerekli kılıyor.
İran devrimci halk ayaklanmasında henüz bir öncü ya da bilinen güçleri temsil eden bir cephe-güçbirliği öne çıkmış değil. Buna rağmen kitle hareketi kendi yolunu buluyor. Ayaklanmanın daha ilk gününden itibaren nihai hedef net biçimde ilan edilmiş bulunuyordu: İslam Cumhuriyetine, mollalara, Diktatöre Ölüm!... Varılacak hedef bu denli net ortaya konunca, yürünen yol da bu hedefe uygun bir biçim kazanıyor. Hedefin netliği kitleye, yürünmesi gereken yolu gösteriyor. Orta yol, uzlaşma veya ara bir çözüm yolu bırakmıyor. “Ya kanlı kavgalı savaş ya da yok oluş; Ya devrim ya ölüm!” bu şiar toplumsal hareketin kendisi tarafından dayatılıyor. Bu sayede, ayaklanma süresince baş gösteren hatalar, kısa süreli yalpalamalar, hedefe giden yolda bir dizi sağlam derse dönüşüyor. Kitleler bizzat kendi deneyimlerinden hızla dersler çıkartarak ilerliyor; ayaklanmanın kendisi hızlandırılmış parti okulu işlevi görüyor, ayaklanmacılar adeta parti eğitiminden geçiyor.
Tarih boyunca yaşanan devrimlerde ve ayaklanmalarda devrimci güçler, eşit koşullara hiç sahip olmadılar, silahların eşitsizliği hep vardı. Yine de, İran’da yaşanan devrimci ayaklanmadaki güçler arası eşitsizlik pek az görülebilen cinstendir. Tepeden tırnağa silahlı, motorize araçlara ve ateş gücü yüksek ekipmanlarla donanmış karşı devrim cephesinin karşısında, muhabere hattına ellerinde kızıl bayraklar gibi dalgalandırdıkları saçlarıyla kadınlar var ve çıplak bedenleri, devasa cesaretiyle halk kitleleri var.
Geçtiğimiz on yılda yaşanan Tunus, Mısır, Gezi gibi, Yeni Evre’nin ilk ayaklanma örneklerinden farklı olarak İran’da devrimci kitleler, kentlerin ana meydanları ve merkez bölgelerinde büyük kalabalıklar halinde toplanmıyorlar. Ama devrim, onlarca kentin binlerce sokağını, yüzlerce kavşağını birer çatışma mevzisi haline getirerek düşman güçlerini aynı anda binlerce noktaya müdahale etmeye zorluyor, hasmının gücünü bu sayede parçalara bölüyor, sürpriz etkisiyle şaşkına çeviriyor. Ve ek olarak, moral üstünlüğü elde tutmak için hiçbir fırsatı kaçırmıyor.
Moral üstünlük açısından, özellikle “sarık düşürme” eylemleri, dinci faşist mollalar iktidarının tüm kutsal zırhlarını, arkasına saklandıkları tabuları paramparça ediyor, kepaze edip yerlerde sürüyor. Gerçeklesen idamlar ve idam tehditleri karşısında daha hayatlarının baharındaki ayaklanmacılar, insanın boğazını düğümleyen bir cesaretle idam ipleri ellerinde sokaklara çıkıyorlar, “bu son olacaksa sıradaki benim” diye haykırıyorlar, mollaların elindeki idam silahını boşa düşürüyorlar.
Sadece İran’ın değil, bölgedeki diğer dinci faşist iktidarların sermaye sultasının elindeki en güçlü iki kale, İran’ın cesur ve erdemli isyancıları tarafından yerle bir ediliyor: Aile ve din. Başörtüsünü çıkartıp kızıl bayrak gibi sallayarak sokaklara fırlayan kadınlar burjuva gericiliğin cisimleştiği aileyi, idam tehditlerine, zindanlara, tecavüz ve işkencelere rağmen molla sarıklarını deviren gençler ise, dini yerle bir ediyorlar.
İran’da devrimin geçmesi gereken daha epeyce yolu var. Görünen o ki, İran halkları 1978 devriminin zaferini 1979'da gasp eden ve ülkeyi 40 yılı aşkın süredir Şah’ın faşist iktidarından çok daha karanlık bir rejimle idare eden molla sarıkları altına gizlenmiş tekelci sermayenin elinden iktidarı alacaklar. Ama belirtmeden geçmeyelim: Devrim yenilse bile kesin olan bir şey var; bundan sonra İran’da hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Mollalar bir kez daha devrimi ezmeyi başarsalar dahi, iktidarlarını inşa ettikleri o süngülerin ucunda çok fazla oturamayacaklar.