Dinci faşist yönetimin başı RTE, ordu ve savaştan sorumlu Bakan Hulusi Akar'a, “Şark cephesinde vaziyet nasıl” diye sorsa alacağı yanıt herhalde şöyle olurdu: “Şark cephesinde vaziyet berbat”.

Güney Kürdistan'a UKH'ni tümden yok etmek iddiasıyla sefere çıktılar. Kaçıncı seferdi bu, artık bilinmiyor. Bütün bu seferlere büyük iddialarla başladılar. İddiaların hepsinin ortak noktası “kök kurutma” hedefiydi.

Bildiğimiz son sefer Zap vadisine yapılan seferdi. Bu savaş seferine verilen isim de iddialıydı: Pençe-Kilit operasyonu! Operasyon dendiğine bakılmasın; giriştikleri şey en modern silahlarla yürütülen bir savaştı.

Kimyasal silahlar dahil, kazanmak için her türlü silahın ve savaş suçu kapsamına girecek her türlü yöntemin kullanıldığı bu savaşın, geçtiğimiz yılın son gününde aniden bitirildiği açıklandı. Açıklama ordu ve savaşlardan sorumlu Bakan Hulusi Akar tarafından yapıldı. 17 Nisan'da başlatılan “Pençe-Kilit” operasyonunun bitirildiğini Akar şöyle açıkladı:

“Zap arazisi Irak tarafındaki en zor, en sarp arazi. Derin vadiler, dik yamaçlar, çok sayıda mağara var”

Hulusi Akar'ın sözlerinin anlamı çok açık. Akar, 17 Nisan'da büyük iddialarla başlattıkları “Pençe-kilit” operasyonunu neden aniden bırakıp, arkalarına bakmadan kaçtıklarının mazeretini oluşturmaya çalışıyor.

Üç yıldan fazla bir zaman önce, 27 Mayıs 2019'da başlattıkları “Pençe Operasyonları” aslında G. Kürdistan'ın önemli bir bölümünü kapsayan bir savaş planıydı. Bu savaş planına göre, Hakurk, Sinat-Haftanin, Sincar, Karacak, Kandil, Zap, Avaşin-Basyan, Gara ve Metina bölgeleri “gerilladan temizlenecekti.”

Hiçbir yerde amaçlarına ulaşamadılar. Hiçbir yerde gerilla üzerinde üstünlük kuramadılar. Aksine, Gara'dan arkalarına bakmadan kaçtıklarını biliyoruz. Son olarak, sözüm ona “son kilit”i vurmak için, 17 Nisan'da Metina, Zap ve Avaşin-Basyan'da giriştikleri operasyonu aniden bitirip pılı pırtıyı toplamadan kaçmak zorunda kaldılar.

Türk ordusunun gerilla karşısındaki bu yenilgisi gerçekte sadece onun değil, fakat aynı zamanda NATO'nun da yenilgisidir.

Türk Ordusu, bir NATO ordusudur. Hem de tekrarlamaktan pek mutlu oldukları gibi, NATO'nun ikinci büyük ordusudur. İşte bu ordu, UKH'yi yok etmek için üç buçuk yıl önce başlattığı yeni savaş hamlesinden yenilerek ayrıldı.

Bu savaşın NATO ile birlikte planlandığından, NATO ve tek tek emperyalist devletlerin büyük desteği ile yürütüldüğünden hiç kuşku duyulmamalı. NATO ve diğer emperyalist devletlerin izin ve onayı olmadan Türk Ordusu, örneğin kimyasal silahları kullanamazdı. Savaşta kullandığı teknolojik silahların kaynağı ve kullanım izni NATO'dan çıkmıştır.

Kısacası, Zap'ta sadece Türk Ordusu değil, NATO ve emperyalist devletler de yenilmiştir. Bu savaşa NATO, ABD ve diğer emperyalist devletlerin dahli, bize bir kez daha şu gerçeği göstermiştir: NATO, ABD, İngiltere gibi emperyalist devletler Kürt halkının özgürlük savaşını tasfiye etmek isteyen güçlerin başında geliyor.

NATO ve emperyalist devletlerin oluşturduğu bu iğrenç savaş bulamacı, yine faşist devlet üzerinden ve yine Türk ordusu üzerinden Suriye'de yenildiler. Libya'da yenildiler. Dinci faşist yönetimin yenilgiler serisi bitmiyor. Suriye'de yenildiklerini biliyoruz. ABD, İngiltere ve bunların savaş örgütü NATO, uzun süre önce Suriye'deki yenilgiyi görüp kabul etmişlerdi. Esad'ı devirme planlarını beş altı yıl önce rafa kaldırmışlardı. Geriye, faşist devlet ve dinci faşist yönetim üzerinden Suriye'yi mümkün olduğunca yıpratma, Rusya'yı bu topraklarda meşgul etme hedefi kalmıştı.

Dinci faşist yönetim ve onun başı şimdi bu konuda da yolun sonuna gelmiş durumda. Katil dediği Esad'la görüşme koparmak için nasıl yalvar yakar olduğunu dünya alem görüyor. “Katil Sisi”, “testereli katil” Suudi Veliaht Prensi Salman, “15 Temmuz darbesinin finansörü” BAE karşısında nasıl hizaya geldiğinden söz etmiyoruz bile..

Bütün bu yenilgiler silsilesinin aynı zaman diliminde çıkmış olması bir rastlantı mı? Hayır, bu bir rastlantı değil. Bütün bu yenilgiler silsilesini arka planda bir zincir gibi birbirine bağlayan, aynı zaman diliminde ortaya çıkmalarına yol açan güçlü bir ortak neden olmalı... Böyle bir neden olmaksızın yaşamda böylesi bir rastlantılar zinciri oluşmaz. Böyle bir neden var. Bu, Türkiye tekelci kapitalizminin ekonomik ve politik krizidir; yani devrimci krizdir, devrimci durumdur.

Türkiye'de, kimi darkafalı liberallerin kafalara kakmaya çalıştıkları gibi, “çoklu kriz” diye kafadan uydurulmuş bir şey değil, devrimci duruma yol açan ekonomik ve politik kriz. Dinci faşist yönetim ve faşist devlet bu devrimci durum koşullarında giriştiği tüm savaşları kaybediyor; her savaştan yenilgiyle ayrılıyor.

Çok basit: Bir ordunun bir savaşı kazanması sadece kullandığı silahlara, teknolojiye vb vb. bağlı değil. Bunlardan çok daha önemlisi, güçlü bir ekonomiye de sahip olması gerekir. Türkiye'nin durumu bunun tam tersi. İç savaş, birleşik devrimin durdurulamayan gelişimi ve bunları sürekli besleyen devrimci durum, ekonomik ve politik kriz, emekle sermaye arasında şiddetli çelişkiler...

Dinci faşist yönetimin ve faşist devletin yenilgiden yenilgiye sürüklenmesinin arkasında işte böyle güçlü bir nesnel temel var.

Bu nesnel temel, birleşik devrimin zaferinin de güvencesidir.