Sonda söylenmesi gerekeni baştan söyleme riskini göze alıp, Türkiye'deki tekelci burjuva basının, medyanın estirdiği “bayram havası”na rağmen, bugünün koşullarında bunun mümkün olmadığını söyleyeceğiz.

Önce şu noktanın altını çizelim: her iki taraf da “anlaştık-anlaşıyoruz” havasını son derece kasıtlı biçimde yayıyorlar. Elbette her bir tarafın amacı farklı. Suriye tarafı Rojava güçleri üzerinde baskı oluşturmak için böyle bir havayı yaymaya çalışıyor. Türkiye tarafı, önemli bir sorundan yakamızı sıyırıyoruz havası yaratmak için...

Her iki tarafın devlet ve yönetime yakın basın ve medyasında bir yalancı bahar havası estiriliyor. Sözüm ona şu maddelerde anlaşmışlar:

1- Türk ordusu, Suriye'den çekilecek. (Bazı Rusya yayınları, “Türkiye askerlerini çekmeye başladı” biçiminde dahi verdiler!)

2-Türkiye, Suriye'nin egemenliğine ve toprak bütünlüğüne saygı gösterecek. (Sanki Suriye topraklarını işgal eden, işgal ettiği topraklarda idari yönetim kurmaya çalışan, para birimini değiştiren, postane vb kuran; kısacası toprakları ilhak için her türlü hazırlığı yapan Türkiye değilmiş gibi!..)

3-Lazkiye-Halep yolunun (M4 diye bilinen yol) yeniden açılması. (Astana görüşmelerinin başından beri yani dört yıla yakın zamandır, Türkiye'nin yerine getirmediği ve getirmeye de niyetinin olmadığı sözdür.)

4- PKK milislerinin hem Türkiye hem de Suriye için tehlike oluşturduğu. (Doğrusu üzerinde anlaşmış olabilecekleri tek madde budur. Çünkü her iki devlet de yöntemlerindeki farklılığa rağmen, Kürt ulusunun ulusal kurtuluş savaşını tasfiye etmek istiyorlar.

Günümüz koşullarında yaklaşık on iki yıldır savaş halinde iki devlet neden kolay kolay barışamaz, barışmalarının koşulları şimdi neden yok ona bakalım.

Bu engellerin başında Türkiye'nin işgalci konumda olması geliyor. Türkiye, Suriye ve Rojava topraklarının bir kısmını işgal etmiş durumda ve bu işgal sürdüğü müddetçe Suriye devleti, Türkiye ile bir barışa yanaşamaz.

Türkiye, işgalden vazgeçip askerlerini geri çeker mi? Bugüne kadar Türk ordusunun işgal ettiği topraklardan kendiliğinden çekildiği görülmüş bir vaka değil. Ama bu bir yana, Türkiye, savaşın başlangıcındaki amaçlarından vazgeçmiş değil. Bunu Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ve Savunma Bakanı Hulüsi Akar'ın açıklamalarından anlıyoruz.

İlkin Akar konuştu ve bir kısmı Türkiye'de, önemli bir kısmı Suriye'de bulunan dinci faşist çetelere şu güvenceyi vermeye çalıştı:

Biz bölgemizde barış, huzur ve istikrarın temini ve sürdürülmesi için bugüne kadar üzerimize düşeni yaptık. Bundan sonra da yapmaya devam edeceğiz. Şunu özellikle ifade etmek isterim ki bizim Türkiye’de ve Suriye’de yaşayan Suriyeli kardeşlerimizin aleyhine bir şey yapmamız hiçbir şekilde söz konusu değildir. Onları zora sokacak bir davranış içinde hiçbir zaman bulunmadık, bulunmayız. Bunu herkes bu şekilde bilmeli ve ona göre davranmalıdır.”

Denilebilir ki, Akar'ın bu sözleri, Türkiye-Suriye uzlaşması durumunda kendilerinin kurban edileceğini, kendi sözleriyle “Erdoğan tarafından satışa getirileceklerini” düşünen dinci faşist çeteleri teskin amaçlı söylenmiştir.

Bu varsayımın doğruluk payı vardır elbette. Nitekim, iki devlet arası görüşme haberleri duyulur duyulmaz, Türkiye'nin işgali altındaki tüm bölgelerde bu çeteler, öfkeli biçimde, ellerinde silahlarla Türkiye aleyhine gösteriler düzenlediler. Ama Akar'ın sözleri bu amaçla sınırlı değil. Dinci faşist çeteleri Suriye'de iktidara ortak etme amacından vazgeçmediklerini Çavuşoğlu'nun “Suriye'de rejimle muhalefetin uzlaşması gerektiği” şeklindeki sözlerinden de anlıyoruz.

Ancak engeller bunlarla sınırlı değil. Belki de en önemli engellerden biri, Rusya-Ukrayna savaşı sürerken Rusya'yı Suriye cephesinde rahatlatmak istemeyen ABD'dir. ABD, Suriye ve Rusya'yı Ortadoğu'da rahatlatacak bir Suriye-Türkiye “barış”ına karşı olduğunu açıkça ortaya koymuştur. Bunu engelleyecek pratik faaliyete de başladı. Şu haber başlığı, tek başına, ABD'nin neler yapabileceğini göstermeye yeter: Koalisyon güçleri, SMO yöneticileri ile EL Tanf üssünde bir araya geldi.

Türkiye, ABD ve NATO'ya rağmen hareket edip Suriye ile bir “Barış Anlaşması” imzalamaz imzalayamaz. ABD ve NATO'nun böyle bir anlaşmayı engellemek için ellerindeki araçlar askeri, mali vb. bağımlılık ilişkilerinden ibaret değil. Özellikle ABD’nin, Türkiye ve Suriye topraklarındaki dinci faşist çetelerin önemli bir bölümü üzerinde doğrudan kontrolü olduğunu herkes bilir. El Tanf üssündeki toplantı bunun açık kanıtı.

Öte yandan, görüntü tersini gösteriyor olsa da, gerçek, Türkiye ile ABD'nin çıkarlarının çakıştığıdır. Yöntemleri farklı olmakla birlikte her iki devletin başlıca amacı, Kürt halkının ulusal kurtuluş savaşını; aynı anlama gelmek üzere, UKH'ni tasfiye etmektir.

Türkiye'nin işgal ettiği topraklardan çekilmesi ne NATO-ABD tarafından istenecek bir adımdır ne de Türkiye'nin böyle bir isteği var. Türk ordusu, her şeyden önce bir NATO ordusudur. Haliyle, Türk Ordusunun işgal ettiği topraklar aynı zamanda NATO'nun denetimine girmiş topraklar olarak kabul edilir. Türkiye'nin tüm işgal harekatlarının NATO-ABD ikilisinin onayı, izni ve desteği ile yapıldığını akıldan çıkarmamak lazım.

Türkiye'nin, iddia ettiği gibi, Suriye'nin “toprak bütünlüğü”nden yana olduğu açıklaması, çocukların bir inanmayacağı basit bir yalandır. Tıpkı, ABD ve diğer emperyalistlerin Suriye topraklarındaki varlıklarının “IŞİD'e karşı mücadele amaçlı” olduğu yalanı gibi.

Buna karşılık, ağır bir bunalım içinde olmakla birlikte Suriye yönetimi, topraklarını işgal etmiş bir devletle, işgal sona ermedikçe “barış” yapamaz. Barış'ın koşulu işgalin sona ermesi ve ilhak planlarından inandırıcı biçimde vazgeçilmiş olmasıdır. Aksi durum, yönetimin yenilgiyi kabul etmiş olması anlamına gelecek. Toprak kaybetmiş, yenilmiş bir yönetimi hiçbir halk ayakta tutmaz.

Her ne olursa olsun, olayların akışı şimdiden devrimci gelişmelere yol açmaya başladı. “Dünya lideri” havalarındaki RTE, bu görüşmeleri Putin'e yalvar yakar kotarmıştır. Dünün “katil Esed”i bizzat RTE'nin eliyle “Suriye Cumhurbaşkanı Esad”a terfi ettirilmiştir. Tıpkı “katil Sisi”nin “sayın Sisi” olması gibi!.. Düne kadar faşist devletin vurucu gücü, paralı askeri olan çeteler bugün ellerinde silah faşist devlete karşı bileniyorlar. RTE ve ekibi kazara ABD'nin çizgisinden hafif sapma gösterecek olurlarsa, yaptırımlara gerek kalmadan, “vahşi Batı” yöntemleriyle hizaya getirmenin hazırlıkları başladı. El Tanf'ta ABD'nin çetelerle yaptığı toplantının bir anlamı da budur.

Sonuç olarak, her iki taraf için de davul zurna eşliğinde reklamı yapılan “barış” görüşmeleri, şimdilik, görüntüden ibarettir. Uluslararası arenada sarsıcı değişimler ve iç dengelerde büyük altüst oluşlar gerçekleşmeksizin böyle bir “anlaşmanın” gerçekleşmesi pek mümkün gözükmemektedir.